YASTIK ADAM

YASTIKADAM
martin mcdonagh

çeviren: yusuf eradam

BİRİNCİ PERDE

BİRİNCİ SAHNE

Polis soruşturma odası. Odanın ortasındaki masa başında Katurian oturmaktadır, gözleri bağlıdır. Tupolski ve Ariel içeri girerler ve onun karşısına otururlar. Tupolski’nin elinde içi kağıt dolu bir kutu vardır.

TUPOLSKİ: Bay Katurian, bu Dedektif Ariel, Ben de Dedektif Tupolski…Bunu kim unuttu burada?
KATURIAN: Neyi?

Tupolski gözbağını çıkarır.

TUPOLSKİ: Bunu çıkarmayı kim unuttu?
KATURIAN: Iııı, o adam.
TUPOLSKİ: Niye çıkarmadın ki? Çok komik duruyor.
KATURİAN: Çıkarmamam gerektiğini sandım.
TUPOLSKİ: Komik duruyor, komik.
KATURİAN: (Duraksar) Evet.
TUPOLSKİ: (ara) Ne diyordum, bu Dedektif Ariel ve ben de Dedektif Tupolski.
KATURİAN: Şey, diyecektim ki, size ve yaptığınız işe saygım sonsuz ve size yardım edebiliyorsam ne mutlu bana. Sonsuz saygım var size.
TUPOLSKİ: Bak bunu duyduğuma sevindim.
KATURİAN: Ben o sizin bildiğiniz… hani şunlar işte…onlardan değilim ben.
TUPOLSKİ: Bilmiyorum, kimmiş onlar?
KATURİAN: Polise hiç saygı duymayan şu insanlar yani. Benim polisle başım hiç derde girmedi, hiç. Hayatımda olmadı böyle bir şey. Ben…
ARIEL: Şimdiye kadar başın hiç derde girmedi yani.
KATURIAN: Ha?
ARIEL: Yani tekrarlamak gerekirse efendim, başın polisle şimdiye kadar hiç derde girmedi. Diyossuun.
KATURIAN: Şimdi polisle başım dertte mi yani?
ARIEL: Başka ne bok yemeğe buradasın peki?
KATURIAN: Soruşturmanızda size yardım ediyorum sanıyorum ben.
ARIEL: Yani biz senin arkadaşlarınmışız da buraya getirmişiz seni de sen de eş dost ziyaretine gelmişin ha?
KATURIAN: Hayır, tabii, eşim dostum değilsiniz de yani…
ARIEL: Hakların okundu sana. Evinden çıkarılıp getirildin buraya. Gözlerin bağlandı. Eşimize dostumuza sence böyle mi davranıyoruz?
KATURIAN: Tamam dost falan değiliz, tamam da, yani gene de diyebiliriz ki… düşman değilizdir umarım.
ARIEL: (Duraksar) .mına goduğumun gafana bir indirivercem şimdi, görcen gününü.
KATURIAN: (Duraksar) Hı?
ARIEL: Lafı ağzımın içinde geveliyor muyum? Tupolski, ağzımın içinde mi geveliyorum ben?
TUPOLSKİ: Yoo, gevelemiyorsun. Gayet net ve açık her dediğin.
ARIEL: Bana da gevelemiyormuşum gibi geldi de.
KATURIAN: Yok, değil değil…Her sorunuza cevap vercem, ne isterseniz. Yeter ki şaapmayın…
ARIEL: ‘Her sorumuza cevap verceksin.’ Soru falan yoktu ki, ‘Her sorduğumuza cevap verceksin.’ Bir soru vardı, evet, ‘Yeri gelmişken, sen canına ne kadar okutcan bize ha?’ idi soru, evet soru buydu.
KATURIAN: Ben canıma okutmayacağım size, çünkü her şeye cevap vercem.
TUPOLSKI: Başlangıç için bu iyi.
Ariel, gözucuyla Katurian’a bakarak, yan duvarlardan birine yaslanır, bir sigara yakar.
Sence niye getirdik seni buraya? Bi tahminin var mı?
ARIEL: Ya bu bırak bunları, hemen işkenceye başlasak ya, bırak bu boktan soruları ya…
KATURIAN: Ne. . .?
TUPOLSKI: Bu davada Bir Numara kim Ariel, sen mi ben mi? (Ara.) Sağol. Sen ona kulak asma. Her neyse, sence niye getirdik biz seni buraya?
KATURIAN: Ne olabilir sebep diye kafayı yiycem zaten, ama aklıma bir şey gelmiyor.
TUPOLSKI: Kafayı yiycen ama aklına bir şey gelmiyor ha?
KATURIAN: Yok.
TUPOLSKI: Eee, evet mi hayır mı?
KATURIAN: Evet.
TUPOLSKI: Ha?
KATURIAN: Bir şey yapmadım da ondan. Ben hayatımda polise karşı, devlete karşı bir şey yapmadım…
TUPOLSKI: Demek ne olabilir sebep diye kafayı yiycen ama aklına bir şey gelmiyor?
KATURIAN: Aklıma bir sebep gelmiyor, yani ne bir sebep ne de bir şey ama bir alâkası vardır yaptığım ettiğimle ama ne…?
TUPOLSKI: Neyin alâkası? Neyin neyle alâkası? Ya da neyle neyin alâkası?
KATURIAN: Ne? Beni alıp getirirken bir de öykülerimi de aldınız ya, onlar da şurada duruyorlar ya, aklıma bir tek bu geliyor.
TUPOLSKI: Hani nerdelermiş? Önümdeki evrakı mı okudun sen bakiim?
KATURIAN: Bir şey okuduğum falan yok…
TUPOLSKI: Büyük bir titizlikle sınıflandırılmış evrak bunlar, biliyorsun, çok ama çok gizli şeyler.
KATURIAN: Yok…öyle bakarken gözüme ilişti o kadar.
TUPOLSKI: Yani yan taraftan göz hizandaydı, sen de görmeden edemedin.
KATURIAN: Evet.
TUPOLSKI: Bir dakika ama, senin yandan göz hizandakini görmen için bu tarafa dönmen gerekiyor…
(Tupolski yana döner, eğilip evraka bakar)
Bak, gördün mü, böyle işte, yandan şöyle dönüp…
KATURIAN: Ben ama…
TUPOLSKI: Gördün mü? Böyle işte. Yandan şöyleee…
KATURIAN: Yani gözün alt hizasını kastetmiştim.
TUPOLSKI: Bak sen, gözlerinin alt hizasını kastetmiş.
KATURIAN: Bunun için başka bir terim var mı bilmiyorum.
TUPOLSKI: Yok. (Duraksar) Yani niye bir alâkası olsun, öykülerinle buraya getirilişin arasında yani? Öykü yazıyorsun sen, suç değil ki.
KATURIAN: Bence de.
TUPOLSKI: Bazı yasaklar olacak tabii.
KATURIAN: Elbette.
TUPOLSKI: Devletin güvenliği, general her ne zıkkımsa, onun güvenliği için. Ben bunlara yasaklar demezdim ya.
KATURIAN: Ben de yasaklar demezdim.
TUPOLSKI: Kılavuz derdim ben.
KATURIAN: Kılavuz, evet.
TUPOLSKI: Bir kılavuzu oldu mu insanın, her neyse onun güvenliği yani, suç falan olmuyor, öyküyü yazıyosun.
KATURIAN: Bence de aynen öyle. O kadar işte.
TUPOLSKI: Neymiş o, o kadar işte?
KATURIAN: Yani, bence de öyle yani. Hani şu ‘öyküleri’ okuyosun ya, hani hep aynı teraneyi yazıyorlar ‘Polis hep böyle,’ ‘Hükümet şundan başka bir şey değil.’ Bunların hepsi siyasi…ne diyordunuz siz onlara? Hadi ya. Siktir. Anlıyorsunuz di mi? Siyasi bir balta elde, ona diş bile, buna diş bile, madem öyle git kardeşim boktan bi makale falan yaz di mi, ben de n’apcağımı bileyim. Ben diyorum ki, sağdaysanız sağınızı, soldaysanız solunuzu kendinize saklayın da bana bir öykü anlatın ya! Size bir şey diyeyim mi? Arifin teki ne demiş, ‘Bir öykü yazarının ilk işi öykü anlatmaktır,’ ve ben buna bütün yüreğimle katılıyorum, evet ‘Bir öykücü her şeyden önce öykü anlatmalıdır.’ Iıı, belki de şöyle demişti: ‘Bir öykü yazarının yegane görevi öykü anlatmaktır.’ Tam hatırlayamadım, ama neyse, benim yaptığım bu, ben öykü anlatıyorum. Benim baltam falan yok, diş bilediğim bir şey yok. Sosyal içerikli miçerikli değilim ben. Bu yüzden işte, beni buraya niye getirdiğinizi anlayamıyorum. Sebep ne olabilir ki, yani siyasi bir şey bulmadıkça yazdıklarımda ki varsa bile kazaradır, ya da ne bileyim, siyasi gibi bir şeyler bulduysanız da gösterin bana nerde bulduysanız. Nerdeymiş o oruspu çocuğu gösterin. Hemen çıkarayım. Yakayım hemen. Di mi?

Suskunluk. Tupolski gözünü dikmiş ona bakmaktadır.

Ne demek istediğimi anladınız di mi?
TUPOLSKI: Şu formu doldurmam lâzım. Göz altındayken senin başına kötü bir şey gelirse falan. (Duraksar) Adında bir hata mı ne var burada. Soyadın Katurian, di mi?
KATURIAN: Evet.
TUPOLSKI: Gördün mü, adını Katurian diye yazmışız.
KATURIAN: Evet, adım Katurian.
TUPOLSKI: (Duraksar) Adın mı Katurian?
KATURIAN: Evet.
TUPOLSKI: Soyadın da mı Katurian?
KATURIAN: Evet.
TUPOLSKI: O zaman Katurian Katurian, öyle mi?
KATURIAN: Annem babam komik insanlarmış.
TUPOLSKI: Hım. Göbek adın var mı?
KATURIAN: K.
Tupolski ona bakar. Katurian başıyla evet der, omuz silker.
TUPOLSKI: Yani bayım siz Katurian Katurian Katurian’sınız öyle mi?
KATURIAN: Dedim ya, annemgil çok komiklermiş.
TUPOLSKI: Hım. Bana kalırsa sen ‘.mına goduğumun gerzek manyakları’ diyeceğine ‘komik’ diyorsun.
KATURIAN: Hayır diyemiycem.
TUPOLSKI: Adresin de Kamenice 4443, di mi?
KATURIAN: Evet.
TUPOLSKI: Kimle oturuyordun?
KATURIAN: Kardeşim Michal ile.
TUPOLSKI: Ha Michal. Neyse ona da Katurian bokunu koymamışlar isim diye.
ARIEL: Kardeşin geri zekalı di mi?
KATURIAN: Yo, geri zekalı değil. Sadece biraz yavaş algılar.
ARIEL: Yavaş algılıyor. Oldu, peki.
TUPOLSKI: Akraban mı?
KATURIAN: Akrabam mı? Michal mi?
TUPOLSKI: Sadece formalite Katurian. Bilirsin bu işleri. (Duraksar.) İş adresin ne?
KATURIAN: Kamenice mezbahası.
ARIEL: Ne yazar ama.
KATURIAN: Pek fena sayılmaz.
TUPOLSKI: Seviyor musun işini?
KATURIAN: Hayır ama fena da sayılmaz.
ARIEL: Hayvan boğazlamak.
KATURIAN: Bir şey kestiğim yok. Benim yaptığım temizlik sadece.
ARIEL: Ha, bir şey kesmiyosun. Senin yaptığın temizlik sadece.
KATURIAN: Evet.
ARIEL: Oldu, peki.
KATURIAN: Sadece temizlik yapıyorum.
ARIEL: Sadece temizlik yapıyorsun. Bir şey kesmiyorsun.
KATURIAN: Evet.
ARIEL: Ya evet.
Suskunluk. Tupolski kalemi masaya koyar, sonra da doldurduğu formu ortadan yırtar.
TUPOLSKI: Gözaltındayken başına kötü bir şey gelirse diye doldurulan bir form değildi.
KATURIAN: Neydi peki?
TUPOLSKI: Ortadan yırtmak üzere olduğum bir kağıttı.
Tupolski önündeki öykü kümesini tarar ve aradığını bulur.
İşte burada, ‘Küçük Elma Adamlar’.
KATURIAN: Nesi varmış?
Ariel ağır ağır masaya döner, oturur, sigarasını çıkarır. Tupolski de öyküyü anlamaya
çalışmaktadır.
En iyilerinden değil. (Duraksar.) Aslında oldukça iyidir.
TUPOLSKI: Öykü başlıyor, bir tane küçük kız var, babası ona çok kötü davranıyor…
KATURIAN: Hep tokatlıyor falan kızı. Herif tam bir…
TUPOLSKI: Gerçekten de çok ye…tam bir ne?
KATURIAN: Ne?
TUPOLSKI: Baba.
ARIEL: ‘Herif tam bir…’ bir şey diyordun.
TUPOLSKI: Bir şeyi temsil ediyor, di mi?
KATURIAN: Kötü bir babayı temsil ediyor. Kötü bir baba. ‘Temsil ediyor’ derken neyi kastettiniz?
TUPOLSKI: Herif kötü bir baba.
KATURIAN: Evet. Kızı tokatlayıp duruyor.
TUPOLSKI: Bu yüzden de kötü baba.
KATURIAN: Evet.
TUPOLSKI: Peki, ‘kötü bir baba’ başka neler yapıyor?
KATURIAN: Sanırım, öykü başka bir şey anlatmıyor, baba kızına kötü davranıyor. Siz kendi çıkarımınızı yapabilirsiniz.
ARIEL: Aa, kendi çıkarımımızı yapabiliriz öyle mi?
KATURIAN: Ne?
ARIEL: Şimdi de bize öyküden kendi çıkarımımızı yapabileceğimizi söylüyorsun, öyle mi?
KATURIAN: Hayır! Evet!
ARIEL: Kendi boktan çıkarımımızı yapabileceğimizi biz de biliyoruz herhalde!
KATURIAN: Biliyorum.
ARIEL: Ne?
KATURIAN: Biliyorum.
ARIEL: Boktan…ha?!

Ariel kalkar ve dolaşmaya başlar.

TUPOLSKI: Ariel’in biraz tepesi attı çünkü ‘Kendi çıkarımımızı yapabiliriz’ var ya, o bizim işimiz gibi zaten. (Duraksar.) Ve deee, yaptığımız ilk çıkarım da ‘küçük bir kız çocuğuna kötü davranılıyor’, ya da ‘küçük bir oğlan çocuğuna kötü davranılıyor’ öykün kaç tane?
KATURIAN: Az. Az.
ARIEL: ‘Az.’ Bok az, bok. Topladığımız ilk boktan yirmi tanesi ‘küçük bir kızın .mına şöyle kondu, ya da küçük bir oğlan çocuğunun .mına böyle kondu…’!
KATURIAN: Ama bir şey demiyorum ki, yani bir şey demeye çalışmıyorum ki…
ARIEL: Ne yapmıyorsun?
KATURIAN: Ne?
ARIEL: Ne değil.
KATURIAN: Ne, yani çocuklar bir şeyleri mi temsil ediyorlar demeye çalışıyorsunuz?
ARIEL: ‘Demeye çalışıyorum…’ nasıl yani, neyi?
KATURIAN: Çocuklar halkı falan mı temsil ediyor diyorsunuz?
ARIEL (ona yanaşarak): ‘Demeye çalışıyorum.’ Ağzıma laf sokmaya çalışıyor şimdi de, ‘Demeye çalışıyorum,’ kiii kendi çıkarımımızı yapmamız bir yana…
KATURIAN: Yooo…!
ARIEL: Bu .mına koduğumun herifine baksan konuşmiycaz bi de! İndir lan ellerini aşağı…!

Ariel, saçından tuttuğu gibi Katurian’ı sandalyesinden çeker, karşısına geçip diz çöker ve
suratına bakar. Tupolski izler, iç geçirir.

TUPOLSKI: Hazır olduğun zaman başlarız ha Ariel?

Ariel hızlı hızlı solumaktadır, durur, sandalyesine döner.

(Katurian’a) Yerine geç lütfen.

Canı yanan Katurian, söyleneni yapar.

TUPOLSKI: Az kalsın unutuyordum…ben iyi polisim, o kötü polis. (Duraksar.) Neyse, edebiyata dönelim. Gördüğümüz üzere, baba küçük kıza kötü davranıyor, kız da bir gün elma alır gelir, elmaları oyar, minik minik adamlar yapar, minicik parmaklı, minik gözlü, minik ayak parmaklı… sonra da onları babasına verir ve yeme diye de tembihler, bu elma adamları küçük kızının çocukluğunun hatırası olarak sakla der, ama doğuştan domuzun dölü baba sırf kıza inat minik elma adamlardan bazıları çiğnemeden yutar, elma adamların içlerinde jilet vardır ve adam acılar içinde kıvranarak ölür.
KATURIAN: Bu da öykünün sonu zaten, yani öykünün sonu burası olmalı, baba hak ettiğini bulur. Ama öykü orada bitmiyor tabii.
TUPOLSKI: Ama öykü orada bitmiyor. O gece, kız uyanıyor. Birkaç elma adam kızın göğsünden yukarı yürüyor. Kızın ağzını açıyorlar. Ona diyorlar ki…
KATURIAN: (usulca) ‘Minik kardeşlerimizi öldürdün seeen…’
TUPOLSKI: ‘Minik kardeşlerimizi öldürdün sen.’ Kızın boğazından içeri giriyorlar. Kız da kendi kanında boğuluyor. The End.
KATURIAN: Orası biraz alengirli. Rüya sekansı gibi geliyor size di mi. Değil. (Duraksar.) Ne? En iyi öyküm olmadığını söylemiştim.
ARIEL: Öteki mahalleye takılıyor musun Katurian?
KATURIAN: Öteki mahalle mi? Yoo. Arada sırada oradan geçerim. Kardeşimi Lamenec bölgesinden, okulundan almaya giderken yani. Orası Öteki mahalle değil. Öteki mahalleden geçiyorsunuz ama.
ARIEL: Ağabeyini okuldan almaya gidiyorsun, senden büyük ve hâlâ okula mı gidiyor?
KATURIAN: Özel bir okul. Öğrenme engelliler için. (Duraksar.) Bu bir Öteki meselesi mi yoksa? Benim hiç Öteki tanıdığım yok.
ARIEL: Hiç Ötekii tanıdığın yok mu?
KATURIAN: Ötekilere karşı falan da değilim de Öteki tanıdığım da yok.
ARIEL: Ama Ötekilere karşı falan da değilsin öyle mi?
KATURIAN: Hayır. Olmam mı gerek?
TUPOLSKI: ‘Olmam mı gerek?’ İyi cevap. ‘Olmam mı gerek?’ Bir yandan son derece kılkuyruk ve itaatkâr, öte yandan da uz uz alaycı ve kışkırtıcı. ‘Olmam mı gerek?’
KATURIAN: Kışkırtıcı olmaya çalışmıyordum.
TUPOLSKI: İtaatkâr olmaya çalışıyor muydun peki?
KATURIAN: Yoo.
TUPOLSKI: O zaman kışkırtıcı olmaya çalışıyordun. Ariel şimdi sana bi tane daha geçirecek…
KATURIAN: Bakın, benim ne işim var burada bilmiyorum. Ne dememi istiyorsunuz, onu da bilmiyorum. Kimsenin aleyhine bir şey yapmışlığım yok. Ne Öteki ne de başka birileri. Ben öykü yazarım sadece. Başka bir şey yapmam. Bütün hayatım bu. Evime kapanır öykü yazarım. Bu kadar.
Ariel ayağa kalkar, kapıya yönelir.

ARIEL: Aklıma ne geldi. Abisiyle konuşcam.

Ariel çıkar, Tupolski gülümser, Katurian afallamış ve ödü kopmuş gibidir.

KATURIAN: Abim okulda.
TUPOLSKI: Ben ve Ariel, bizim böyle bir komik huyumuz vardır, ‘Aklıma ne geldi’ deriz ama aslında bir şeyin aklımıza başka bir şeyi getirdiği falan yoktur ama bir şey aklımıza başka bir şeyi getirmiş gibi yaparız. Ne komik.
KATURIAN: Abim okulda.
TUPOLSKI: Abin yan odada.
KATURIAN: (Duraksar) Ama korkmuştur şimdi…
TUPOLSKI: Sen de biraz korkmuşa benziyorsun.
KATURIAN: Korktum tabii.
TUPOLSKI: Neyden korkuyorsun peki?
KATURIAN: Kardeşim tanımadığı bir yerde yapayalnız diye korkuryorum, arkadaşın onun ödünü koparcak diye korkuyorum, sonra da gelip benim ödümü koparcak diye korkuyorum ama yapsın n’apayım bi diyeceğim yok buna, ama öykülerimde sevmediğiniz bir şeyler varsa, buyurun beni suçlayın ama gözünüzü seveyim ağabeyimi ellemeyin, çabucak korkar, bunlardan bir şey anlamaz, bu öykülerle de bir ilgisi yoktur zaten, belki öyküleri ona okumuşumdur sadece, bu yüzden onu buraya getirmeniz hiç de adil değil ve bana göre çarkınıza sıçtırmadan abimi .iktiğimin damınızdan dışarı çıkarın! Hemen şimdi! Sıçtırmayın ağzınıza!
TUPOLSKI: (Duraksar) Adrenalin kesildin bakıyorum da, bence sen şimdi ‘Oh be, polise bağırdım,’ falan oldun yani, hatta ‘Ohh be bağırmasaydım keşke, ama napiiim çok kızdım ya’ falan da olmuşsundur Allah bilir. Ohh. Sakin ol bok herif. Orraayt? Ha? Hayvan mı sandın lan bizi?
KATURIAN: Yoo.
TUPOLSKI: İyi çünkü hayvan değiliz. Bazen hayvanlarla uğraşırız, ama hayvan değiliz. (Duraksar.) Kardeşine bir şey olmayacak. Söz sana.

Tupolski destedeki başka bir öyküye bakar.

‘Üç İdamlık Kavşağının Masalı.’ Bunda senin temaların yok gibi.
KATURIAN: Ne teması?
TUPOLSKI: Bilmiyon mı temanı, ‘Zavallı çocukların canına okunuyor.’ Senin teman.
KATURIAN: Tema değil ki bu. Bazı öykülerim böyle o kadar. Tema değil ki bu.
TUPOLSKI: Belli belirsiz olabilir ama senin teman bu.
KATURIAN: Benim temam falan yok. Yaklaşık, ne bileyim, dört yüz öykü yazdım, bunlardan sadece on, bilemedin yirmisinde çocuk vardır.
TUPOLSKI: Çocukları öldürdüğün öyküler.
KATURIAN: Ne yani, şimdi bütün bu olup biten içinde çocuk öldürülen öyküler yüzünden mi? Yani yazdıklarımda ‘Gidin şimdi çocuk öldürün!’ mü diyorum ben?
TUPOLSKI: Ben ‘Gidin şimdi çocuk öldürün!’ demeye çalışıyorsun demiyorum. (Duraksar.) ‘Gidin şimdi çocuk öldürün’ mü demeye çalışıyorsun?
KATURIAN: Daha neler! Mümkün mü yahu! Dalga mı geçiyorsunuz? Bir şey demeye çalıştığım falan da yok! Benim bütün derdim bu, anlatamadım ya.
TUPOLSKI: Biliyorum, biliyorum, senin bütün derdin bu, bir öykü anlatıcısının ilk işi…
KATURIAN: Evet…
TUPOLSKI: Laf laf laf…biliyoruz. Bu öykü, ‘Üç İdamlık Kavşak’ …
KATURIAN: Öykülerimde çocuk varsa, tesadüftür. Siyaset varsa tesadüftür. Kazaradır.
TUPOLSKI: Dellenme gene ve ben konuşurken sözümü kesme…
KATURIAN: Yok yani özür dilerim…
TUPOLSKI: Doğrudan sana bir şey sorarsam, ya da gözlerimle ‘Hadisene, desene bir şeyler’ dersem, şöyle gözlerimi devirerek, bak, o zaman dersin bir şeyler, ama ben daha lafımı bitirmediysem…
KATURIAN: Tamam, özür dilerim…
TUPOLSKI: Ulan gene yapıyon ulan! Lan sana bir şey sordum mu ha?! Gözlerimi devirip ‘Hadi, desene bir şeyler’ yaptım mı lan?
KATURIAN: Hayır.
TUPOLSKI: Hayır, yapmadım, di mi? (Duraksar.) Di mi? Bak işte, bu bir soruydu, düpedüz sana sorulmuş bir soruydu, üstelik de ‘Hadisene de bir şeyler’ anlamına gözlerimi de devirdim.
KATURIAN: Özür dilerim, gerginim biraz.
TUPOLSKI: Gergin olmak hakkın senin.
KATURIAN: Biliyorum.
TUPOLSKI: Hayır, dediğimi duymadın sen. Sana dedim ki ‘Gergin olmak hakkın senin’ dedim.
KATURIAN: Neden?
TUPOLSKI: (Duraksar) ‘Üç İdamlık Kavşak.’ Ne anlatmaya çalışıyorsun bu öyküde?
KATURIAN: Bir şey anlatmaya çalışmıyorum. Çözümü olmayan bir bilmece yazdım, o kadar.
TUPOLSKI: Bence bir çözüm var. Bak bak, ne akıllıyım ben yav.
KATURIAN: Şey, yani haklısınız tabii, yani okurken insan bir çözüm arıyor haliyle de, işin aslı bu, çözüm yok, çünkü daha kötü bir şey yok ya, var mı? Dediği iki şeyden daha kötü.
TUPOLSKI: Daha kötü bir şey yok?
KATURIAN: (Duraksar) Var mı?

Tupolski öyküye göz gezdirerek anlatır.

TUPOLSKI: Adamın biri demirden idam kafesinin içinde uyanıyor. Açlıktan ölsün diye oraya bırakılmış dört yol ağzına. Bir suç işlediğini ve suçlu olduğundan buraya konduğunu biliyor ama suçu neydi onu hatırlamıyor. Yolun karşısında öteki iki demir kafes duruyor; birinin üstündeki plakada ‘Irz Düşmanı’ yazıyor, ötekinin üstündeki plakada da ‘Katil’ yazıyor; ırz düşmanı yazan kafesin içinde un ufak olmuş bir iskelet var, katil kafesinin içinde de yaşlı bir adam var, öldü ölecek. Adamımız kendi kafesinin üstündeki plakada ne yazıyor okuyamıyor, o yüzden yaşlı adama soruyor, ne yapmışım ben diye. Yaşlı adam plakaya bakıyor, sonra da nefretle tükürüyor. (Duraksar.) Birkaç rahibe geçiyor oradan. Ölmüş ırz düşmanı için dua okuyorlar. Eveeet. Yaşlı katile yiyecek ve su veriyorlar. Eveeet. Bizimkinin suçunu okuyorlar. Kanları çekiliyor ve gözyaşları içinde kaçışıyorlar. (Duraksar) Sonra birden uzun yolun yolcusu geliyor, hah! Irz düşmanına bakıyor umursamazca. Yaşlı katili görüyor, kafesinin kilidini çot diye kırıp adamı serbest bırakıyor. Bizimkinin kafesine geliyor, adamın suçu neymiş okuyor. Hafiften bir gülümseme yayılıyor yüzüne yolcunun. Bizimki de öyle, azıcık gülümsüyor ona cevaben. Yolcu silahını çekiyor ve bizimkini kalbinden vuruyor. Bizimki can verirken yolcuya sesleniyor, ‘Ne yapmışım, onu söyle yeter!’ diyor. Yolcu, ona hiçbir şey demeden atına atlayıp yola koyuluyor. Bizim adamın ruhunu teslim ederkenki son sözleri ‘Cehenneme mi gitcem?’ ve duyduğu son ses de yolcunun usulca gülüşü oluyor.
KATURIAN: İyi bir öyküdür o. Bir şey-esk. Kafka-esk gibi yani. Ne tür bir ‘–esk’ olsun? Anımsayamadım. Artık bu bir tür –esk olsun konusunda değilim pek, ama bu öykünün bir şeysi yok, di mi? Var mı?
TUPOLSKI: Yok, bu öykünün bir şeysi yok. Evet, bu öykünün içinde ‘Ulan bu öyküyü yazan marazi amcığın teki’ dedirtecek hiçbir şey yok. Yok. Bu öykü bence bir mimleyici.
KATURIAN: Mimleyici mi?
TUPOLSKI: Bir mimleyici.
KATURIAN: Ya.
TUPOLSKI: Bana diyor ki, görünürde şunu diyorum ama çok çok derinlerde öteki şeyi diyorum ben diyor.
KATURIAN: Ya.
TUPOLSKI: Mimleyici. Anladın mı?
KATURIAN: Evet, mimleyici.
TUPOLSKI: İşaretçi. (Duraksar.) En iyi öyküm diyorsun, öyle mi?
KATURIAN: Hayır, en iyi öykülerimden biri.
TUPOLSKI: Vay, en iyi öykülerinden biri ha. Demek dolu var.
KATURIAN: Evet. (Ara.) En iyi öyküm ‘Irmağın Kenarındaki Kasabanın Masalı’.
TUPOLSKI: En iyi öykün ‘Irmağın Kenarındaki Kasabanın Masalı’ ha? Bir dakika, dur, dur, dur, dur, dur, dur, dur…

Tupolski çabucak öyküyü bulur.

Dur hele dur… Hah işte buldum. Ah-hah. Bu bana bir şeyler diyor, ‘Bu senin en iyi öykün ha.’
KATURIAN: Niye, n’oldu ki, mimleyici mi o da?

Tupolski dik dik ona bakar.

Yayımlanan tek öykümdür o.
TUPOLSKI: Yayımlanan tek öykün olduğunu biliyoruz.
KATURIAN: Şimdiye kadar yani.
TUPOLSKI: (yarım ağız güler. duraksar) The Libertad’da yayımlanmıştı.
KATURIAN: Evet.
TUPOLSKI: The Libertad.
KATURIAN: Ben o dergiyi okumam.
TUPOLSKI: Sen o dergiyi okumazsın.
KATURIAN: Ben öykülerimi oraya buraya yollarım, bilirsiniz işte, neresi kabul ederse, biri yayımlar ümidiyle. Ben derginin hepsini okumam…
TUPOLSKI: The Libertad okumazsın ha?
KATURIAN: Hayır.
TUPOLSKI: The Libertad okumak yasak değil ki.
KATURIAN: Biliyorum. Orada bir öykü yayımlatmak da değil.
TUPOLSKI: Senin teman var yine. (Duraksar.) The Libertad, sana tema verdi mi? Mesela, ‘Bir midilli hakkında bir öykü yaz,’ ya da ne bileyim ‘Canına okunan bir çocuk hakkında bir öykü yaz.’ Böyle bir şey yaptılar mı?
KATURIAN: Onlar sadece kelime sayısını verdiler. En fazla şu kadar kelime dediler.
TUPOLSKI: Yani temayı sen seçtin öyle mi?
KATURIAN: Temayı ben seçtim.

Tupolski öyküyü Katurian’a uzatır.

TUPOLSKI: Hadi oku bana.
KATURIAN: Hepsini mi?
TUPOLSKI: Hepsini. Ayakta.
Katurian ayağa kalkar.
KATURIAN: Okuldaymışım gibi sanki.
TUPOLSKI: Hımm. Ama okulda okumanın sonunda adamı infaz etmiyorlar. (Duraksar.) Tabii acayip katı, boktan bi okulda değilsen tabii.

Suskunluk; sonra Katurian kendi yazdığı sözcüklerin, ayrıntıların ve incelikli yerlerin keyfini çıkara çıkara öyküsünü okur.

KATURIAN: (Duraksar) Iııı, ‘Bir varmış bir yokmuş, güldür güldür akan bir nehrin iki kıyısında sokakları minik çakıl taşlarıyla bezeli bir kasaba varmış, bu kasabada da kasabanın diğer çocuklarıyla pek iyi geçinemeyen bir oğlan çocuğu yaşarmış; çocuklar onu rahat bırakmazlar, ona dayılanırlarmış çünkü bu çocuk yoksulmuş ve anne babası ayyaşmış ve üstü başı da yırtık pırtık olduğu gibi ortalıkta da yalın ayak başı kabak dolaşırmış. Ama çocukcağızın pek neşeli ve hülyalı bir yapısı varmış ve kasaba çocuklarının onu korkutmalarına, dayaklarına ve de bitmek bilmez yalnızlığına hiç aldırmazmış. İyi yürekli ve sevgi dolu bir çocuk olduğunu biliyormuş ve bir gün bir yerlerden birilerinin çıkıp geleceğine ve ona bu özelliklerinin ödülünü vereceğine inanırmış. Sonra, gecelerden bir gece, ırmağın üstündeki ve kasabayı dışarıya bağlayan ahşap köprünün ayağına oturmuş yeni yaralarından birini sararken çakıl taşlı karanlık caddede bir at arabasının ona doğru yaklaştığını duymuş ve araba iyice yakına geldiğinde de sürücüsünün kapkara giysiler içinde olduğunu ve yalçın kayalara benzeyen yüzünü kara bir başlığın örttüğünü görmüş ve korkudan o minik bedeni ürpermiş. Ama araba tam da köprüden geçmek üzereyken, korkuyu bir kenara atan çocuk, akşam yemeği olacak ekmek arası azığını karabaşlıklı sürücüye uzatıp biraz ister miydiniz diye sormuş. Araba durmuş, sürücü başıyla evet demiş, arabadan aşağı inmiş ve bir süre oğlanın yanında oturmuş, onun azığından azıcık yemiş ve havadan sudan sohbet etmişler. Sürücü çocuğa ne yalınayak başı kabak ve yapayalnız olduğunu sormuş, çocuk da ona nasıl zorlu bir hayatı olduğunu bir bir anlatmış, göz ucuyla da at arabasının arkasındaki yüke bakıyormuş; araba istifleme bir sürü küçük ve boş hayvan kafesi yüklüymüş, kafeslerin hepsi pis kokuluymuş ve pislik içindelermiş. Oğlan çocuğu tam da kafeslerde ne tür hayvanların tutulduğunu sormak üzereymiş ki adam ayağa kalkmış ve artık yola koyulma vaktinin geldiğini söylemiş. “Ama, gitmeden önce” diye fısıldamış adam, ‘benim gibi bitap bir yolcuyla bit kadar azığını paylaşarak çok iyi davrandığın için, sana bir şey vermek istiyorum şimdi, ama bunun kıymetini şimdi anlamayabilirsin, ama bir gün, biraz da büyüyünce belki, bunun değerini sahiden anlayacaksın ve bana teşekkür edeceksin. Şimdi gözlerini kapa bakim.” Oğlan da söyleneni yapmış, gözlerini kapatmış, adam da pelerininin içindeki görünmeyen bir cepten keskin bir satır çıkarmış, kaldırmış havaya ve çocuğun sağ ayağının üzerine indirdiği gibi satırı çamurlu minik beş ayak parmağını kesivermiş ve çocukcağız oracıkta ağzı açık afallamış gıkı çıkmadan ufukta bir noktaya boş boş bakarken, sürücü kanlı ayak parmaklarını yerden topladığı gibi lağım mazgallarının etrafına biriken farelere atmış ve arabasına binmiş, köprünün üstünden usulca sürmüş gitmiş, küçük çocuğu, fareleri, ırmağı ve giderek daha da büyük bir karanlığa gömülen Hamelin köyünü geride bırakıp gözden kaybolmuş.’

Katurian, tepki bekler gibi bakar Tupolski’ye, öyküyü ona geri verir, yerine oturur.

Hamelin köyü, anladınız mı?
TUPOLSKI: Hamelin köyü.
KATURIAN: Anlamadınız mı? Bu çocuk, Fareli Köyün Kavalcısı köyün bütün çocuklarını almak üzere döndüğünde onun arkasından yetişemeyen sakat çocuk. Çocuk böyle sakatlanmış işte.
TUPOLSKI: Onu biliyoruz.
KATURIAN: Kaderin cilvesi.
TUPOLSKI: Biliyorum, kaderin cilvesi.
KATURIAN: Çocukların peşindeydi.
TUPOLSKI: Kim çocukların peşindeydi?
KATURIAN: Fareli köyün kavalcısı çocukların peşindeydi. Ta başıntan beri. Bana göre fareleri de o getirmişti. Fareleri de o getirdi. Kasaba halkının para vermeyeceğini biliyordu. Ta baştan beri peşinde olduğu şey çocuklardı.
TUPOLSKI: (Başıyla evet der. Duraksar) Aklıma ne geldi.

Tupolski dosya dolabına gider, teneke bisküvi kutuları büyüklüğünde metal bir kutu çıkarır,
Sonra gider yerine oturur, kutuyu aralarındaki masanın üstüne koyar.

KATURIAN: Ne? Ha, şu ‘Aklıma ne geldi.’ Aklınıza bir şey gelmemişken söylediğiniz.
Tupolski dik dik ona bakar.
Kutuda ne var?
Birkaç oda öteden bir adamın korkunç çığlığı gelir. Katurian, iyice tedirgindir, ayağa kalkar.
Abim bu.
TUPOLSKI: (kulak kabartır). Evet, sanırım öyle.
KATURIAN: Napıyor ona?
TUPOLSKI: Iıı, çok boktan şeyler yapıyor gibi. Bilmem, nerden bileyim ben.
KATURIAN: Ona dokunmayacağız demiştin.
TUPOLSKI: Ben dokunmadım valla.
KATURIAN: Ama, ona bir kötülük gelmeyecek demiştin. Söz verdiydin.

Çığlıklar kesilir.

TUPOLSKI: Katurian. Ben, .iktiğimin totaliter bir diktatörlükte yüksek rütbeli bir polis memuruyum. Bir konuda benim sözümü almak ne demek ya?

Ariel, kan bulaşmış elini beyaz bir beze sararak içeri girer.

KATURIAN: N’aptın, abime n’aptın?

Ariel, Tupolski’yi yerinden kaldırır. Köşede bir süre görüştükten sonra otururlar.

Abime n’aptınız dedim size?!
TUPOLSKI: Gördün mü Ariel? Soruları Katurian soruyor artık. Önce ‘Kutuda ne var?’ idi soru- sen şu spastiğe işkence yaparken sorduydu- şimdi de ‘Abime n’aptınız?’
KATURIAN: ‘Kutuda ne var?’ı siktir et. Abime n’aptınız?!
TUPOLSKI: Bak, Ariel’in problemli bir çocukluk dönemi olmuş, tamam mı, bunun hıncını da gözaltına aldığımız gerzeklerden çıkarır. Kötü bir şey tabii, ama n’apcan.
KATURIAN: Ona ne yaptınız?!
ARIEL: Ya, her yere sıçar gibi bağırıp durma lan, şimdiye kadar suratını dağıttırdım ya, şükret ki bunu normal altı ağabeyine yapıyorum o işi, elim de sahiden çok acıyor yahu, bu yüzden bu seferlik ciddi bir uyarı ile yakayı sıyırıyorsun.
KATURIAN: Ağabeyimi görmek istiyorum. Hemen şimdi.
TUPOLSKI: Abisinin suratını dağıttın di mi Ariel? Cop kullan, bilmem ne kullan. Sadece ellerini mi kullandın yoksa Ariel? Bir spastikte hem de. Yav, adam bunun kıymetini bile anlayamaz.
KATURIAN: O sadece bir çocuk.
ARIEL: Ben biraz soluklanacağım, ama oraya ikinci gidişimde galiba ona şöyle sivri bir şey sokup içinde şöyle bir döndüreceğim.
TUPOLSKI: Aaa Ariel, olmadı ama, senin bu yaptığına literatürde ‘polis şiddeti’ denir.
KATURIAN: Ağabeyimi görmek istiyorum, hemen şimdi!
TUPOLSKI: Üçüncü çocuğa ne oldu?
KATURIAN: Ne? (Duraksar.) Ne üçüncü çocuğu?
ARIEL: Demek sadece sen ve abin ha? Çok yakınsınız demek, sen ve abin?
KATURIAN: Başka kimsem yok.
ARIEL: Sen ve senin o spastik abin.
KATURIAN: Spastik değil o.
TUPOLSKI: ‘Yazar ve Spastik Ağabeyi’. Bak sana öykü başlığı buldum Katurian.
KATURIAN: O sadece bir çocuk.
TUPOLSKI: Hiç de değil. Kim çocuktu biliyor musun sen? Andrea Jovacovic. Kimdi o küçük kız biliyor musun?
KATURIAN: (Duraksar. Oturarak) Gazetelerden sadece.
TUPOLSKI: Gazetelerden sadece. Onun hakkında ne biliyorsun ‘gazetelerden sadece’?
KATURIAN: Çöplükte bulunan kız.
TUPOLSKI: Ya evet, çöplükte bulunan kız. Biliyor musun nasıl ölmüş?
KATURIAN: Gazetelerde bir şey demiyordu.
TUPOLSKI: Gazetelerde bir şey demiyordu. Aaron Goldberg kimdi peki?
KATURIAN: Gazetelerden sadece.
TUPOLSKI: Evet. Öteki mahallenin arkasındaki çöplükte bulunan çocuk. Nasıl ölmüş biliyor musun?
KATURIAN: Hayır.
TUPOLSKI: Hayır, gazetelerde bir şey demiyordu. Gazeteler birçok şeyi demiyorlardı. Gazeteler üçüncü kız hakkında hiçbir şey demediler, sağır-dilsiz küçük bir kız çocuğu üç gün önce kayboldu, aynı bölge, aynı yaş.
ARIEL: Gazeteler bu gece bir şey diyecekler.
TUPOLSKI: Gazeteler bu gece bir şey diyecekler. Gazeteler bu akşam çok şey diyecekler.
KATURIAN: Sağır-dilsiz kız hakkında mı?
TUPOLSKI: Evet, sağır-dilsiz kız hakkında. İtiraflar hakkında. İnfazlar hakkında. Bütün bu ıvır zıvır hakkında.
KATURIAN: Ama…bana ne demeye çalıştığınızı anlamıyorum. Yani ben gerçek dünyada çocuklar öldürülüyor diye içinde çocuk öldürülen öyküler yazmamalı mıyım?
ARIEL: Bizim ona karşı elimizde bulundurduğumuz tek kozun öykülerinin üslubunu sevmeyişimiz olduğunu sandığını sanmamızı istiyor. Sanki abisinin az önce bana söylediklerini bilmiyormuşuz gibi.
KATURIAN: Ne demiş abim size az önce?
ARIEL: Sanki bu kutuda ne var bilmiyoruz da.
KATURIAN: Size ne demişse demiş, zorla söyletmişsinizdir. Yabancılarla asla konuşmaz.
ARIEL (kanlı bezi düzelterek) Benimle konuştu ama. Yabancılarla da pekala konuşuyor. Sen de o da yabancılarla konuşurmuşsunuz, öyle dedi.
KATURIAN: Görmek istiyorum onu.
ARIEL: Onu görmek istiyorsun ha?
KATURIAN: Görmek istiyorum onu. Böyle dedim.
ARIEL: Onu görmeyi talep mi ediyorsun?
KATURIAN: Ağabeyimi görmek istiyorum.
ARIEL: Ağabeyini görmeyi talep mi ediyorsun?
KATURIAN: Evet, sıçtırmayın talebinize, talep ediyorum evet. Durumu iyi mi görmek istiyorum.
ARIEL: Asla iyi olmayacak.
KATURIAN: (ayağa kalkar) Kardeşimi görmek hakkım benim!
ARIEL: Hiçbir .ikim hakkın yok…
TUPOLSKI: Otur lütfen.
ARIEL: Artık yok, artık hiçbir hakkın yok.
KATURIAN: Haklarım var benim. Herkesin hakları vardır.
ARIEL: Senin yok (canım).
KATURIAN. Niye yokmuş canım?
ARIEL: Kutuyu aç.
KATURIAN: Ha?
ARIEL: Şimdi verecem sana haklarını.
KATURIAN: Ya, ağabeyime verdiğiniz gibi, di mi?
ARIEL: Evet ya, ona haklarını verdim bi güzel.
KATURIAN: İddiaya girerim ki vermişsindir.
TUPOLSKI: Kutuyu aç.
ARIEL: Hayır, ben iddiaya girerim ki vermişimdir.
KATURIAN: Ya ya, iddiaya girerim ki vermişsindir.
ARIEL: Hayır, ben iddiaya girerim ki vermişimdir.
KATURIAN: Biliyorum, iddiaya girersin ki vermişsindir..!
TUPOLSKI: (bağırır) Aç şu .iktiğimin kutusunu!!
KATURIAN: .iktiğinin kutusunu açıyorum!

Katurian öfke ve hırsla kutunun kapağını açar, içindekileri görünce dehşet içinde irkilerek
geri çekilir, titreye titreye bir köşeye büzülür.

KATURIAN: O ne öyle?
TUPOLSKI: Yerine dön lütfen.
KATURIAN: Onlar da ne?

Ariel yerinden fırlar, Katurian’ı yerine sürükler, sonra da onu saçından tuttuğu gibi
çekiştirerek zorla kutunun içine baktırır.

ARIEL: ‘Onlar da ne?’ Pekala biliyorsun onlar da ne. Evinde bulduk.
KATURIAN: Hayır….!
ARIEL: Abin suç ortaklığını kabul etti…
KATURIAN: Hayır!
ARIEL: Fakat bu olayın ardındaki beyin o değil. Çöplükteki o kız nasıl ölmüş biliyor musun? Allahın cezası o minik boğazından aşşaaa iki jilet gitmiş elmaya sarılı, ne tuhaf di mi?

Tupolski kutuya uzanır…

ARIEL: Küçük Öteki oğlan çocuğu nasıl ölmüş biliyor musun?
…ve beş tane kanlı ayak parmağı çıkarır kutudan.
TUPOLSKI: Birinci parmağı, ikinci parmağı, üçüncü parmağı, dördüncü parmağı, beşinci parmağı.
ARIEL: Zavallı Öteki çocuğun beş ayak parmağı bunlar, senin evinde bulundu ve seninle hiçbir ilgisi yok öyle mi?
KATURIAN: (ağlayarak) Ben sadece öykü yazarım!
ARIEL: Bunlar çok iyi bir dönüm noktası oldu di mi?
TUPOLSKI: Yuttur parmakları ona.

Ariel, Katurian’ı sandalyeden koparırcasına kaldırır.

ARIEL: Ahraz kız nerde? Ahraz kız nerde?

Ariel, kutudan çıkan ayak parmaklarını zorla Katurian’ın ağzına tıkıştırmaya çalışır.

TUPOLSKI: Ariel, dikkat et yutmasın. Yahu n’apıyorsun ya?
ARIEL: Sen demedin mi yuttur şunları diye.
TUPOLSKI: Herifi korkutmak için dedim! Onlar kanıt! Aklını başına topla biraz!
ARIEL: ‘Aklını başına topla biraz’mış. Üstüme üstüme gelme gene. Bir de şu ‘problem çocukluk’ zırvasını da bırak bir tarafa.
TUPOLSKI: Ama sorunlu bir çocukluk dönemi geçirmişsin…
ARIEL: Bırak dedim sana!
TUPOLSKI: Ve şu ellerine bak, sahte kan olduğu nasıl da belli.
ARIEL: Ya siktir ya!
TUPOLSKI: Efendim?
ARIEL: ‘Siktir!’ dedim.

Ariel parmakları yere fırlatır ve bozulmuş bir halde dışarı çıkar. Tupolski parmakları toplar
ve onları gerisin geri kutuya koyar.

TUPOLSKI: Amma attı tepesi ha.

Ara.

KATURIAN: Bir şey anladıysam Arap olayım.
TUPOLSKI: Ya? Ayın dördü Pazartesi saat 5.15’ten itibaren buradayız. Evinde bulduğumuz ipuçlarına ilaveten, spastik midir nedir, ağabeyin onu bu akşam idam etmemize yetecek itirafları baskı altında ya da değil, yaptı işte, ama, Ariel’in de dediği gibi, bütün bu olan bitenlerin arkasındaki beyin o değil, bu yüzden işte senin de itiraf etmeni istiyoruz. Biz yazar infaz etmeye bayılırız. Gerzekleri her gün idam ederiz istesek. Ediyoruz da. Ama bir yazarı idam edince, etrafa bir sinyal da yaymış oluyorsun, anladın di mi? (Ara.) Ne gibi bir sinyal yayıyor etrafa, onu bilmiyorum, orası benim uzmanlık alanım değil ama bir sinyal yolluyor. ‘ORTALIKTA DOLAŞIP… GÖTÜ BOKLU KÜÇÜK ÇOCUKLARI… ÖLDÜRÜP DURMAYIN’ sinyalini gönderiyor. (Suskunluk.) Ahraz kız nerde? Ağabeyin dilinin altındaki baklayı çıkarmadı biri türlü.
KATURIAN: Dedektif Tupolski?
TUPOLSKI: Katurian Bey?
KATURIAN: Sabahtan beridir zırvalarınızı dinliyorum. Size bir şey söyliyeyim mi ağabeyimin size tek kelime bile söylediğine inanmıyorum. Bana göre bizi iki nedenden mimlemek istiyorsunuz. Birincisi, bir nedenden benim yazdığım türden öykülerden hoşlanmıyorsunuz, ikincisi de, engelli insanların sokaklarınızı dolaşıp durmalarından hoşlanmıyorsunuz. Ağabeyimi görene kadar size bir kelime daha söyleyeceğimi sanmıyorum. Bana istediğiniz kadar işkence yapın Dedektif Tupolski, çünkü bundan sonra ağzımı açıp tek laf etmeyeceğim.
TUPOLSKI: (Duraksar) Demek öyle. (Duraksar.) Öyleyse, ben gidip şu elektrotları alayım da geleyim.
Tupolski metal kutuyla çıkar. Kapı arkasından kilitlenir. Katurian’ın başı öne düşer.
Işıklar kararır.

YASTIK ADAM

BİRİNCİ PERDE İKİNCİ SAHNE

Katurian, çocuk odasına benzer bir odada bir sürü oyuncak, boyalar, kalemler, kağıtlar arasında yatakta oturmaktadır, hemen yanında tıpatıp aynısı başka bir oda vardır, camdan yapılmış olabilir, fakat kapısına kilit takılmıştır ve zifiri karanlıktır. Katurian öyküyü anlatır, onunla birlikte elmaslar içindeki anne ve keçi sakallı gözlüklü babayla birlikte canlandırırlar.

KATURİAN: Bir varmış bir yokmuş; bir zamanlar küçük bir oğlan çocuğu varmış ve annesi babası ona her şeyi veriyorlarmış; sevgi, şefkat, sıcaklık, hiçbir şey esirgemiyorlarmış çocuktan. Bu çocuğun, güzel mi güzel bir ormanın ortasındaki kocaman bir evde kendine ait küçük bir odası varmış. Yediği önünde yemediği arkasındaymış: Dünyanın bütün oyuncakları onunmuş; bütün boyaları, bütün kitapları, kağıtları, kalemleri. Yaratıcılığın bütün tohumları onun içine daha çocukluktan atılmış olduğundan ilk aşkı olmuş yazmak: öyküler, peri masalları, kısa romanlar, hepsi de ayılar ve domuzcuklar ve melekler vb. hakkında mutluluk dolu, renkli şeylermiş; bazıları iyiymiş, bazıları çok iyiymiş. Ebeveynlerinin deneyi iyi sonuç vermiş. Ebeveynlerin deneyinin ilk bölümü iyi sonuç vermiş.

Anne ve Baba, Katurian’a sarılıp onu öptükten sonra, yandaki odaya girerler ve gözden
kaybolurlar.

Gel gelelim; OYUNUN yedinci doğum günü gecesinde kabuslar başlamış. Çocuğun odasının bitişiğindeki oda hep sürgülü ve kilitli tutulurmuş, çocuk da bunun nedeni nedir bilmezmiş, merak da etmemiş hiç, matkap cızırtısı, sürgülerin sağlamlaştırılma takırtısı, elektrikli aletlerle yapılan işlerin tekdüze bızırtısı ve de sanki ağzı bir şeyle tıkanmış bir çocuğun kalın tuğla duvarlar arkasından gelen çığlıkları onu rahatsız edene kadar. Her gece oluyormuş bu. Uykusuz geçen her geceden sonra (Anne’ye döner, çocuk sesiyle) ‘Dün gece duyduğum o sesler neydi anne?’ (normal sesiyle) diye sorarmış umarsızca, annesi de şöyle karşılık verirmiş:
ANNE: Ah minik Kat’ım benim, senin harika ama fazla çalışan hayal gücün sana oyunlar oynuyor, başka bir şey değil.
KATURİAN: (çocuk sesiyle) Ya. Benim yaşımdaki bütün çocuklar her gece böyle nahoş sesler duyarlar mı peki?
ANNE: Hayır aşkım. Sadece olağanüstü yetenekliler.
KATURİAN: (çocuk sesiyle) Ya. Güzel. (normal sesiyle) Bu olmuş. Çocuk da yazmış durmuş, anne babası da onu yüreklendirmişler ve ona sevgi vermekten hiç geri durmamışlar, ama bızırtılar, cızırtılar, takırtılar ve çığlıklar da bitmek bilmemiş…

Kabus yarı karanlığı içindeki yandaki odada, sanki sekiz yaşında, yatağa bağlanmış
bir çocuğun matkaplarla ve etrafa kıvılcımlar saçılarak işkence ediliyormuş gibi görüntüsü
bir saniyeliğine belirir.

…ve onun öyküleri de giderek daha da karanlıklaşmış. Gördüğü sevgi ve teşvikten dolayı her öykü daha iyi oluyormuş malum, ama gitgide daha da karamsar oluyormuş öyküler, sürekli olarak kulağına gelen çocuğa yapılan işkence sesleri yüzünden malum.

Yan odadaki ışık söner. Anne, Baba ve çocuk artık görünmezler. Katurian bütün
oyuncakları vb.ni kaldırıp ortalığı temizler.

On dördüncü yaş günüymüş, öyle bir gün ki finaline kaldığı bir öykü yarışmasının sonucunu bekliyormuş o gün ve nihayet kilitli odanın kapısının altından dışarı bir kağıt atılmış…

Kapının altından dışarı üzerinde kırmızı renkte bir şeyler yazılı bir kağıt çıkar. Katurian
eğilip kağıdı alır.

…şöyle diyormuş not: ‘Tam yedi yıldır seni sevdiler, bana işkence yaptılar, sanatsal bir deney gibi bir gerekçe dışında hiçbir nedeni yokken, işe yarayan bir sanatsal deney. Bak, artık yeşil domuzcuklar hakkında yazmıyorsun, öyle değil mi?’ Not ‘Ağabeyin’ diye imzalanmıştı ve kanla yazılmıştı.

Katurian hızla yandaki odaya girer.

Hızla kapıdan dışarı fırlar…

Işıklar yanar, Anne ve Baba odada, öyküde betimlendiği gibi matkaplar ve banda alınmış
sesler eşliğinde bir başlarına oturmaktadırlar.

Bir de ne görsün, annesi babası bir başlarına oturmuşlar orada, gülümsüyorlar; babası birtakım matkap sesleri çıkarıyor, annesi de ağzı tıkanmış bir çocukmuş gibi çığlıklar atıyormuş; ortalarında ise bir kase domuz kanı duruyormuş ve babası ona kanla yazılı notun öteki yüzüne bakmasını söylemiş. Çocuk bakmış ve kısa öykü yarışmasının birincilik ödülü elli sterlini kazandığını görmüş. Hep birlikte gülmüşler. Anne babanın deneyinin ikinci bölümü de böylece tamamlanmış.

Anne ve Baba, Katurian’ın yatağının üzerine yan yana uzanıp yatarlar. Işıklar onların
üstünde söner.

Bu olaydan hemen sonra evi taşımışlar ve kabus sesler bittiği halde, öyküler tuhaf ve kaderin cilveleriyle doluymuş ve çocuk artık onu maruz bıraktıkları bu garip durum için anne babasına teşekkür bile edebilirmiş ve yıllar sonra ilk kitabının yayımlandığı gün geldiğinde çocukluk evini onca zaman sonra ilk kez ziyaret etmeye karar vermiş. Eski yatak odasında uzun uzun vakit geçirmiş, bütün oyuncakları ve boyaları hâlâ ortalıkta dağınık duruyorlarmış…

Katurian, yandaki odaya girer, yatağın üstüne oturur.

…sonra yandaki odaya girmiş, eski matkaplar, sürgü, elektrikli aletler tozlanmış, paslanmış duruyorlarmış; çocuk bu deney fikrinin ne büyük bir delilik olduğunu düşünüp gülümsemiş, ama yüzündeki gülümseme ansızın gidivermiş çünkü…

Yatakta bir tümsek vardır. Katurian yatak örtüsünü çeker ve bir çocuğun dehşet verici
cesedi çıkar ortaya…

…on dört yaşındaki bir çocuğun cesedi çürümeye bırakılmış, tek bir kemik bile kalmamış kırılmadık ya da çürümedik; bir elinde de bir öykü varmış, kanla çızıktırılmış. Oğlan öyküyü okumuş, ancak mide bulandırıcı durumlarda yazılabilecek bu öykü onun hayatında karşısına çıkan en tatlı, en incelikli şeymiş, ama daha da kötüsü, kendisinin yazdığı her şeyden, hatta yazıp yazacağı her şeyden daha da iyi olduğunu görmüş.

Katurian bir çakmak alır ve öyküyü ateşe verir.

Bu yüzden de öyküyü yakmış, sonra kardeşinin üstünü yeniden örtmüş ve gördüklerinden kimseye tek bir söz bile etmemiş. Ne anne babasına, ne yayıncılarına, kimseye, hiç kimseye. Anne ve babasının deneyinin son bölümü de tamamlanmış böylece.

Yandaki odanın ışıkları söner, fakat Anne ve Baba’nın uzandığı yatağın üzerinde
hafifçe yeniden aydınlanır.

Katurian’ın öyküsü ‘Yazar ve Yazarın Kardeşi’ moda gereği pek bir tatsız bitiyor ve daha gerçek öykünün kendine öykünen ve aynı derecede tatsız ayrıntılarına da değinmeden üstelik, öyle ki kanla yazılmış notu okuduktan ve tabii ki hızla yandaki odaya girdikten sonra…

Çocuğun cesedi yatakta oturumuna gelmiş durmakta ve derin derin solumaktadır.

kardeşini bulur, canlı, öyle işte, ama beyni tamiri olanaksız şekilde hasar görmüştür, ve o gece anne ve babası uyurken, on dördüncü doğum günü oğlanı babasının başına bir yastık bastırır bir süre…

Katurian Baba’yı yastıkla boğar. Baba titrer, sonra ölür. Katurian, Anne’nin omzunu
dürter. Kadın uykulu gözlerini açar ve kocasının ağzı açık cesedini görür.

…ve, ölmüş ve morarmış kocasını görsün diye uyandırdıktan sonra annesinin başına da bir süre bir yastık dayamış.

Katurian, boş bakışlarla, çığlık atan Anne’nin suratına yastığı bastırır. Kadın debelenir,
ama Katurian yastığı bastırır da bastırır ve sahne yavaş yavaş kararır.

İKİNCİ PERDE

BİRİNCİ SAHNE

Bir hücre. Michal ahşap bir sandalye üstünde oturmuş baldırlarına vurmakta ve yandaki odada işkence edilen kardeşi Katurian’ın belli aralıklarla gelen çığlıklarını dinlemektedir. Birkaç metre ötede ince bir şilte üstünde bir battaniye ve bir yastık durmaktadır.

MİCHAL: ‘Bir varmış bir yokmuş…çok çok uzak bir yerlerde…

Katurian yeniden çığlık atar. Michal bu çığlıkları, uzun süre mimikleriyle sesler kesilene kadar taklit eder.

‘Bir varmış bir yokmuş, çok çok uzak bir yerlerde, küçük yeşil bir domuz yaşarmış. Küçük yeşil bir domuz yaşarmış. Yeşilmiş. Iııı…

Katurian yeniden çığlık atar. Michal çığlıklar yok olana kadar yine taklit eder, sonra
ayağa kalkar, dolanmaya başlar.

‘Bir varmış bir yokmuş, çok çok uzak bir yerlerde, küçük yeşil bir domuz yaşarmış…’ Yoksa çok çok uzak bir yerlerde değil miydi? Nerdeydi? (Duraksar.) Evet, çok çok uzak bir yerdeydi, ve küçük yeşil bir domuzdu…

Katurian çığlık atar. Michal mimikleriyle taklit eder, ama bu kez tedirgindir.

Kes sesini be Katurian! İkide birde avaz avaz bağırıp unutturuyorsun bana küçük yeşil domuz masalını be! (Duraksar.) N’aptıydı küçük yeşil domuz sonra? Adama dediydi ki…ne dediydi… Adama dedi ki… ‘Merhaba Adam…’

Katurian bağırır. Michal sadece dinler.

Aman, ben senin gibi öykü möykü yapamıyom ki zaten. Keşke ellerini azcık çabuk tutsalar da sana işkence yapmayı kesseler ya. Sıkıldım. Burası çok sıkıcı. Keşke…

Yandaki kapının kapı sürgüsünün açılış sesi gelir. Michal kulak kabartır. Michal’in hücre kapısı açılır ve Ariel içeriye soluksuz kalmış ve kanlar içindeki Katurian’ı savurur.

ARİEL: Birazdan senin üstünde çalışmaya başliycaaaz. Ben bi yemeğimi alayım da geleyim.

Michal, baş parmaklarını havaya kaldırarak, tamam harika işareti yapar. Ariel kapıyı
sürgüler. Michal, yerde titreyen Katurian’a bakar, onun başını tapışlamak üzere ona
doğru uzanır, yapamaz, gerisin geri sandalyesine döner.

MİCHAL: Merabaa.

Katurian başını kaldırır ona bakar, sürünerek Michal’in yanına gider ve bacaklarına
sarılır. Michal bir tuhaf olur ve şaşkınlıkla ona bakar.

Sen n’apıyon sen?

KATURİAN: Bacağına tutunuyorum.

MİCHAL: Ha. (Duraksar.) Niye?

KATURİAN: Bilmem, canım yanıyor! Canım yanıyorken ağabeyimin bacaklarına sarılma iznim yok mu?

MİCHAL: Var tabii Katurian. Biraz tuhaf geldi sadece.

KATURİAN: (Duraksar) Neyse, n’asılsın bakalım?

MİCHAL: Harikayım. Biraz canım sıkılıyor. Yahu amma tantana kopardın içerde. Ne yapıyorlardı sana, işkence mi?

KATURİAN: He.

MİCHAL: (Cık cık yapar. Duraksar) Acıttı mı?

Katurian Michal’in bacağını bırakır.

KATURİAN: Acıtmasa işkence olmaz, di mi Michal?

MİCHAL: Hı, olmaz doğru.

KATURİAN: Seninki acıttı mı?

MİCHAL: Benimki mi? Ne o?

KATURİAN: Sana yaptıkları işkence.

MİCHAL: Bana işkence yapmadılar ki.

KATURİAN: Ne?

Katurian ona dikkatlice ilk kez bakar, inceler ve hiç yara bere göremez.

MİCHAL: Ha, yok yok, adam bana işkence yapacağını söyledi, ama ben dedim ki kendi kendime, ‘Ulan bu acıtır be’ dedim, sonra da adama ne duymak istiyorsa anlattım, o da bir şey yapmadı.

KATURİAN: Ama çığlık attığını duydum.

MİCHAL: Evet. Çığlık atmamı o istedi. Çok iyi çığlık atıyorsun dedi.

KATURİAN: Yani şimdi o sana anlatman gerektiğini söyledi, sen de olur dedin öyle mi?
MİCHAL: Hı.

KATURİAN: (Duraksar) O üç çocuğu öldürmediğine ölmüşlerimiz üzerine yemin eder misin?

MİCHAL: Ölmüşlerim üzerine yemin ederim ki o üç çocuğu ben öldürmedim.

Katurian derin bir soluk alır, Michal’in bacağına yeniden sarılır.

KATURİAN: Bir şeyler imzaladın mı?

MİCHAL: Ha? Bir şey imzalayamam ki ben, biliyon ya.

KATURİAN: O zaman belki bu işten hâlâ sıyırabiliriz yakamızı.

MİCHAL: Neyden sıyırabiliriz?

KATURİAN: Üç çocuğu öldürdüğümüz için idamdan, Michal.

MİCHAL: Ya, üç çocuğu öldürdüğümüz için idamdan yakayı sıyırmak ha. Bak bu iyi olur. Nasıl olcak?

KATURİAN: Aleyhimizde ellerinde bi senin anlattıkların var ellerinde, bi de evde bulduklarını söyledikleri ıvır zıvır var.

MİCHAL: Ne ıvız zıvırı?

KATURİAN: İçinde ayak parmağı bulunan bi kutu var ellerinde. Yahu, bi dakika. Onların ayak parmağı olduğunu söyleyen onlar. Bana pek ayak parmağı gibi gelmediydi. Herhangi bir şey olabilir. Hassiktir laan! (Duraksar.) Sana da işkence yaptıklarını söylediler, herifin elleri kan içindeydi. Sana elini sürmedi mi yani şimdi?

MİCHAL: Hayır, bana pastırmalı bir sandöviç verdi. Ama içindeki marulu çıkarttım ben. Ya, evet.

KATURİAN: Bi dakika dur da düşüneyim, bi dakika dur da düşüniiim…

MİCHAL: Düşünmeyi seviyon sen, di mi?

KATURİAN: Niye bu kadar salağız biz? Niye her dediklerine inanıyoruz ki?

MİCHAL: Niye?

KATURİAN: Öykü anlatmak gibi bu.

MİCHAL: Biliyom.

KATURİAN: İçeri bi adam giriyor ve ‘Annen öldü’ diyor, hı?

MİCHAL: Annemin öldüğünü biliyom ki ben.
KATURİAN: Yok, biliyorum da, bu öyküde. Bir adam giriyor içeri, başka bir adama ‘Annen öldü’ diyor. Biz ne biliyoruz şimdi? İkinci adamın annesinin öldüğünü biliyor muyuz?

MİCHAL: Evet.

KATURİAN: Hayır bilmiyoruz.

MİCHAL: Hayır bilmiyoruz.

KATURİAN: Bütün bildiğimiz adamın bir odaya girdiği ve odadaki öteki adama ‘Annen öldü’ dediği. Bütün bildiğimiz bu. Öykü anlatmanın ilk kuralı. ‘Gazetelerde okuduğunuz her şeye inanmayın.’

MİCHAL: Gazete okumam ben.

KATURİAN: Aferin. Herkesten bir adım önde olursun o zaman, hep.

MİCHAL: Ne yapmaya çalıştığını anlamadığımdan oldukça eminim sanıyorum Katurian. Gene de komiksin ama.

KATURİAN: İçeri bir adam giriyor ve ‘Abin üç çocuğu öldürdüğünü itiraf etti az önce ve çocuklardan birinin ayak parmaklarını evinizdeki bir kutunun içinde bulduk’ diyor. Ne biliyoruz?

MİCHAL: Ha, anladım!

KATURİAN: Abinin üç çocuk öldürdüğünü biliyor muyuz?

MİCHAL: Yok.

KATURİAN: Yok tabii. Abinin üç çocuğu öldürdüğünü itiraf ettiğini biliyor muyuz?

MİCHAL: Yok.

KATURİAN: Yok tabii. Onların evinde bir kutu içinde çocuklardan birinin ayak parmaklarını bulduklarını biliyor muyuz? Hayır. Bi de şeyi…Aman Tanrım…

MİCHAL: N’oldu?

KATURİAN: Çocuk mocuk öldürülmüş mü, bunu bile bilmiyoruz.

MİCHAL: Gazeteler yazdı ya.

KATURİAN: Gazeteleri kim yönetiyor ki?

MİCHAL: Polis. Haaa. Amma akıllısın ya.

KATURİAN: Aman Tanrım. ‘Totalitaryen bir devlette bir yazar, kısa öykülerinin garip içeriği ve kasabasında işlenen birkaç çocuk cinayetiyle bu öykülerin ilişkisi hakkında sorguya çekiliyor. Birkaç çocuk cinayeti… hiç biri aslında olmamış.’ (Duraksar.) Şimdi bir kalemim olacaktı ki. Bundan ne güzel bir öykü çıkarırdım ben. Bir saat içinde idam etmeselerdi bizi tabii. (Duraksar.) Ne yaparlarsa yapsınlar Michal, ne ama, ne yaparlarsa yapsınlar, sakın bir şey imzalama. Sana ne yaparlarsa yapsınlar, sakın, sakın bir şey imzalama. Anladın mı?

MİCHAL: Bana ne yaparlarsa yapsınlar, bir şey imzalamıyorum. Ne yaparlarsa yapsınlar bana, bir şey imzalamıyorum. (Ara.) İmza olarak senin adını atabilir miyim peki?

KATURİAN: (gülümser) Özellikle de benim adımı yazma. Özellikle benim adımı yazma.

MİCHAL: ‘Bir sürü çocuk öldürdüm’ diye imzalıyor Katurian Katurian. Hah!

KATURİAN: Ulan, ne boksun sen…

MİCHAL: ‘Ve bunların abisi ile hiçbir ilgisi yok, zerre ilgisi yok,’ diye imzalıyor Katurian Katurian. Hah!

KATURİAN: Ulan ben de seni döve döve gebertmezsem…

MİCHAL: Yapma…

Katurian ona sarılır. Michal de ona sarılır, ama Katurian’ın yaralarına fazla bastırır.

KATURİAN: Aaagh, Al-lah, Michal!

MİCHAL: Afedersin Katurian.

KATURİAN: Önemli değil. (Duraksar.) Bize bir şey olmayacak Michal. Bize bir şey olmayacak. Buradan kurtulacağız. Birbirimize bağlı kalalım yeter ki.

MİCHAL: Hı. Bugün götüm çok kaşındı valla. Niye bilmem. O tozdan hiç kaldı mı?

KATURİAN: Hayır, hepsini kullandın ya. Bozuluyor gibiydi de…

MİCHAL: Mm. Ama bir süre eve gidemiyoz, di mi?

KATURİAN: Yok.

MİCHAL: Götüm kaşına kaşına oturcam o zaman burada.

KATURİAN: Hı, bundan bahsetmeyi kesme sakın, çünkü neşelendiriyor beni.

MİCHAL: Ya, sahi mi? Yok ya, şapşallaştın sen. Göt insanı neşelendir mi ya, hı?

KATURİAN: Götüne bağlı.

MİCHAL: Ne? Saçma. (Duraksar.) Aman neyse ne, kaşınıyor işte. Sana bi şey diyeyim mi, kaşımıyorum etmiyorum bak, çünkü sen buradasın, ama sana bir şey diyim mi, lan çok kaşınıyor ya. (Duraksar.) Kaşınan bir götüm var. (Duraksar.) Bir öykü anlatsana Katurian. Al aklımı götümden…

KATURİAN: Aklını kaşıntılı götünden mi alayım…

MİCHAL: Kaşıntılı götümden, hı…

KATURİAN: Hangi öyküyü istersin?

MİCHAL: Hım, ‘Küçük Yeşil Domuz.’

KATURİAN: Olmazs. O şok şalak ama…

MİCHAL: Hiş de şok şalak malak diiil, iyi bir öykü o. ‘Küçük Yeşil Domuz’. Az önce hatırlamaya çalışıyordum.

KATURİAN: Olmaz, yeni bir şey anlatcam. Ne anlatcam?

MİCHAL: ‘Yastıkadam’ı anlat.

KATURİAN: (gülümser) Niye ‘Yastıkadam’?

Michal omuz silker.

Yahu, epey oldu di mi, o öyküyü yazalı?

MİCHAL: Ya evet, epey oldu sanki.

KATURİAN: Bi bakalım, nasıl başlıyordu..?

MİCHAL: ‘Bir varmış, bir yokmuş…

KATURİAN: Biliyorum, ama aslında nasıl başlıyordu onu hatırlamaya çalışıyorum…

MİCHAL: (huzursuzlanır) ‘Bir varmış, bir yokmuş’…

KATURİAN: Allahın cezası peki, peki. (Duraksar.) Bir varmış, bir yokmuş…bir adam varmış, normal insanlara benzemiyormuş. Üç metre boyundaymış…

Michal gözlerini yukarı çevirir, usulca ıslık çalar.

Ve o pufuduk pembe yastıklardan yapılmışmış: kolları yastıkmış, bacakları yastıkmış, bütün vücudu yastıklardan yapılmaymış; parmakları minik minik yastıkmış, başı bile yastıkmış, kocaman yusyuvarlak bi yastık.

MİCHAL: Daire gibi bir yastık.

KATURİAN: Aynı şey.

MİCHAL: Ama ben ‘daire gibi bir yastık’ demeyi yeğliyorum.

KATURİAN: Başı da daire gibi bir yastıkmış. Başındaysa iki tane düğme gözü varmış, bi de kocaman gülümseyen bir ağzı varmış, her daim gülümsüyormuş ve dişleri görünüyormuş hep, onlar da yastıkmış. Küçük beyaz yastıklar.

MİCHAL: ‘Yastıklar’. Ağzını Yastıkadam’ın ağzı gibi gülümsetsene.

Katurian kocaman sahte bir gülücük yapar. Michal usulca Katurian’ın dudaklarına ve
yanaklarına dokunur.

KATURİAN: Eh, Yastıkadam böyle görünmek zorundaymış, yumuşak ve güven verici görünmeliymiş, işi yüzünden, çünkü işi çok üzücü ve zor bir işmiş…

MİCHAL: Oy oy, şimdi başlıyo…

KATURİAN: Ne zaman ki biri berbat ve zor bir hayat yaşadığı için kederler içindeyken ve bunu sona erdirmek istediklerinde, kendi hayatlarına bir son verip bu acıyı dindirmek istediklerinde işte…bunu yapmak üzereyken işte, jiletle, kurşunla ya da gazla, ya da …

MİCHAL: Ya da kocaman bir şeyden aşağı atlayarak.

KATURİAN: Evet. Hangi intihar yöntemiyse tercihleri – ‘tercih’ büyük olasılıkla yanlış sözcüktür ya neyse, onlar bu işi tam da yapacakken, Yastıkadam onlara gidecek, oturacak onlarla, sevecen sevecen sarılcak onlara ve şöyle diyecek, ‘Bir dakika durun bakalım,’ ve zaman tuhaf bir şekilde yavaşlayacak ve zaman yavaşlarken Yastıkadam zamanı geri saracak, o insanların küçük çocukluklarına, onların hayatının insanı dehşete düşüren dönemi başlamadan öncesine ve Yastıkadam’ın işi çok acıklıymış çünkü Yastıkadam’ın işi o çocuğun kendisini öldürmesini sağlamakmış, böylelikle de onların yıllar sürecek acılı, kederli günler yaşamalarını engellemekmiş, nasıl olsa günün birinde aynı yerde olacakmış sonları: fırının, namlunun, gölün önünde bulacaklarmış kendilerini. ‘Ama küçük bir çocuğun kendisini öldürdüğünü hiç duymadım,’ diyebilirsiniz. Yastıkadam onlara bu işi trajik bir kaza izlenimi uyandıracak şekilde yapmalarını önerirmiş: içinde şekerleme var gibi görünen ilaç şişelerini gösterirmiş onlara; nehrin üstünde buzun fazla ince olduğu yeri gösterirmiş onlara; parketmiş arabaları gösterirmiş onlara, aralarından hızla yola fırlamak çok tehlikeli diye; içinde soluk alacak delik bulunmayan plastik torbaları gösterirmiş onlara ve sıkı sıkı nasıl bağlanacağını da tabii çünkü annecimler babacımlar beş yaşındaki bir bebenin trajik bir kazaya kurban gittiği fikrine daha kolaylıkla alışıyorlarmış, bebe hayatın ne boktan olduğu anlamış da tedbirini almış desen olmaz tabii. Fakat bütün çocuklar Yastıkadam’a kulak asmazmış. Küçük kızın biri, mutlu ufaklığın teki Yastıkadam ona senin hayatın berbat olacak dediğinde terslemiş adamı, o da ağlaya ağlaya uzaklaşmış tabii, kocaman kocaman gözyaşları dökmüş de gözyaşlarından böyle böyle göletler oluşmuş, ondan sonraki gece de kızın kapısını biri çalmış, kız da ‘Çek git Yastıkadam. Sana söyledim ya, ben mutluyum. Ben hep mutluyum ve hep mutlu olacağım.’ Fakat gelen Yastıkadam değilmiş. Başka bir adammış. Ve kızın annesi evde değilmiş ve bu adam küçük kızı annesi ne zaman evde değilse o zaman ziyaret ediyormuş ve küçük kız kısa sürede çok çok kederli biri olmuş ve yirmi bir yaşında fırına başını sokmadan önce Yastıkadam’a demiş ki ‘Niye beni ikna etmeye çalışmadın?’ Yastıkadam da ona demiş ki ‘Seni ikna etmeye çalıştım ama pek mutluydun ya sen.’ Kız gazı sonuna kadar açarken demiş ki, ‘Ama ben hiç mutlu olmadım ki. Hiç mutlu olmadım ki.’

MİCHAL: Hım, sonuna atlar mısın lütfen? Burası biraz sıkıcı da.

KATURİAN: İyi ama biraz ayıp olmuyor mu Michal.

MİCHAL: Ya. Özür Katurian. (Duraksar.) Ama sonuna atlar mısın lütfen?

KATURİAN: (Duraksar) Şey… Yastıkadam’ın sonunda…yani Yastıkadam işinde başarılı olduğu zaman çocuğun teki korkunç bir şekilde ölüyormuş. Yastıkadam başarısız olduğunda da, küçük çocuğun korkunç bir hayatı oluyormuş, büyüyüp hayatı korkunç bir yetişkin oluyormuş, sonra da korkunç bir şekilde ölüyorlarmış. Ve o kocaman, pufuduk Yastıkadam bütün gün zırıl zırıl ağlarmış, evinin her tarafında göletler oluşurmuş ve son bir kez daha işe çıkacağım ve bu son olacak demiş. Daha önceden hatırladığı o güzel ırmağının yanındaki yere gitmiş…

MİCHAL: Burayı seviyom…

KATURİAN: Yanında da bir teneke benzin getirmiş ve de orada bir tane salkım söğüt varmış, altına gitmiş oturmuş ağacın, beklemiş biraz, sonra işte o oğlan çocukları varmış orada da, ve…

MİCHAL: Oyuncaklardan bahsetsene.

KATURİAN: Bi tane araba varmış, bi de oyuncak köpek, bi de kaleydoskop.

MİCHAL: Küçük bi köpek de mi varmış?! Hefliyoy muymuş?

KATURİAN: N’apıyo muymuş?

MİCHAL: Havlıyo muymuş?

KATURİAN: Iıı…evet. Her neyse, yakınlarda küçük bir karavan varmış, Yastıkadam kapının açıldığını duymuş ve küçük adımlar çıkmış dışarı ve bir oğlanın sesi duyulmuş: ‘Dışarı oynamaya çıkıyorum Anne’, ve Anne de demiş ki, ‘Peki evladım, ama çaya geç kalma’. ‘Kalmam Anne’ demiş oğlan da. Yastıkadam küçük adımların kendisine yaklaştığını duymuş, salkım söğüdün dalları aralanmış ama gelen hiç de küçük bir oğlan çocuğu değilmiş, gelen küçük bir Yastıkoğlan’mış. Yastıkoğlan, Yastıkadam’a ‘Merhaba’ demiş, Yastıkadam da Yastıkoğlan’a ‘Merhaba’ demiş, sonra da ikisi oyuncaklarla bir süre oynamışlar…

MİCHAL: Arabayla ve kaleydoskopla ve havlayan küçük oyuncak köpekle. Ama iddiaya girerim ki en çok küçük oyuncak köpekle, he?

KATURİAN: Ve Yastıkadam ona acıklı işinden ve ölü çocuklardan ve benzer şeylerden bahsetmiş ve Yastıkoğlan hemen anlamış çünkü öyle mutlu bir küçük herifmiş ki ve bütün yapmak istediği de insanlara yardım etmek olduğundan da benzin tenekesini kendi üstüne boca etmiş ve gülücüklü yüzü hâlâ gülümsüyormuş, ve de Yastıkadam kocaman gözyaşlarının arasından Yastıkoğlan’a ‘Teşekkür ederim’ demiş, Yastıkoğlan da ona ‘Önemli değil. Anneme bu gece çayımı içmeyeceğimi söyler misin?’ demiş, Yastıkadam da ona ‘Tabii söylerim’ diye yalan söylemiş ve Yastıkoğlan bir kibrit çakmış ve Yastıkadam da onun yanışını izlemiş ve Yastıkadam usulca yoklara karışırken gördüğü son şey Yastıkoğlan’ın yavaş yavaş eriyip yanık kokuları içinde hiçliğe karışan gülücüklü mutlu ağzı olmuş. Bu olmuş gördüğü son şey. Duyduğu son şey ise daha önce hiç aklına gelmeyen bir şey olmuş. Duyduğu son şey, intihar etmelerine yardım ettiği o yüzlerce çocuğun çığlıklarıymış ve hayata dönüp yazgıları olmuş o soğuk, rezil hayatlarını yaşayacaklar diye bağırıyorlarmış çünkü Yastıkadam onları engellemek için gelmemiş, bu sefer ölümlerini kendi başlarına halletmek zorundalar diye bağırırlarmış avaz avaz.

MİCHAL: Hımm (Duraksar.) Sonunu pek anlamıyom ama…aa yani Yastıkadam öyle puf diye yok mu oluvermiş? Aa.

KATURİAN: Evet, puf diye gitmiş, yaa, sanki hiç olmamış gibi.

MİCHAL: Havaya karışmış.

KATURİAN: Havaya. Ya da nereye gittiyse.

MİCHAL: Cennete.

KATURİAN: Yok. Nereye gittiyse.

MİCHAL: Yastıkadamı seviyom ben. En sevdiğim o.

KATURİAN: Biraz sıradan biliyorum. Götünün kaşıntısı geçti mi?

MİCHAL: Ay, hatırlatmasaydın keşke! Aaaarrgh! (İyice yerleştirir vücudunu) Hımmm. Ama hâlâ tam çakamadım yani.

KATURİAN: Neyi çakamadın? Yastıkadam’ı mı?

MİCHAL: Yok ya, çok iyi sakladıydım halbuki.

KATURİAN: Neyi çok iyi sakladıydın?

MİCHAL: İçinde ayak parmakları olan kutuyu. Gerçekten iyi sakladıydım halbuki. Yani, bak önce çekmecede ne kadar don çorap falan varsa onların altına koydumdu, e pek iyi saklanmamış görününce gözüme, bir de pis pis kokmaya başlayınca, tavan arasındaki Noel ağacının dibindeki çamura gömdüydüm, biliyodum çünkü Noel ağacının saksısıyla uzun süre işimiz olmayacaktı. Yılda bir görürüz ya.

Katurian, bütün canı çekilmiş gibi başını sallayarak evet der.

Av köpeği falan kullanmışlardır. Ah o avcı köpekleri yok mu? Onları kullanmışlardır. Çünkü yok başka yolu. Çok iyi sakladıydım. Noel ağacının saksısı. Yılda bir görürüz sadece.

KATURİAN: Ama bana dedin ki…Bana o çocukları ellemedim dedin. Yalan söyledin bana.

MİCHAL: Yoo, söylemedim. Ben, adam içeri geldi ve o çocukları öldürdüm demezsem bana işkence yapacağını söyledi, ben de bu yüzden çocukları öldürdüğümü söyledim dedim sana. Ben o çocukları öldürmedim demek diil ki bu.

KATURİAN: Yemin ettin bana, hayatın üzerine yemin ettin, o çocukları ben öldürmedim diye yemin ettin.
MİCHAL: Haa. Bak o şey var ya “O üç çocuğu öldürmediğine yemin et, yemin et” kısmı var ya, hah, işte orada sana bir şaka yaptım. Ya af edersin Katurian ya.

Katurian ondan uzaklaşıp şilteye doğru geriler.

Yanlıştı biliyorum. Hakkaten yani. Ama çok ilginçti ya. Küçük çocuk tam da senin dediğin gibiydi. Ayak parmaklarını cırt diye kestim attım da gıkı çıkmadı. Orada öyle oturup baktı parmaklarına. Çok şaşırmış gibiydi. O yaşta galiba öyle olur. Adı Aaron’muş. Başında komik bir şapka vardı, anne, anne diye epey bi mızıldandı. Aman Allahım, bi de amma kan aktı ya. Bu kadar küçük bir (Çük kadar) çocuktan bu kadar kan akacağı kimin aklına gelir ya. Sonra kanamayı kesti ve mosmor kesildi. Zavallı şey. Bi kötü hissediyom kendimi şimdi, pek bi iyi çocuğa benziyodu. ‘N’olur, şimdi eve, anneme gidebilir miyim?’ Ama kız tam bir baş belasıydı ya. Gözlerini belertip duruyordu. Bi de şeyleri yemedi. Elma adamları, nasıl uğraşmıştım o elma adamları yapcam diye ben. İçlerine jiletleri koymak hele, öyle zor ki. Öykünde bu elmaları nasıl yapcaz anlatmıyon di mi? Baktım bi daha. Neyse, ben de zorla yutturdum, n’apiim. Zaten iki tane ancak girdi. Cimriliğimden değil valla, ama bu onu susturmaya yetti. (Duraksar.) Elbiselerden zor çıkar di mi, kan yani? Gömleğini yarın temizlemeye kalk bak, günlerce çıkmıyo gör bak. (Duraksar.) Katurian? İstersen ben yıkarım, sen zahmet etme. Valla bayağı iyiyim ben bu konuda.

KATURİAN: (Duraksar. Sessizce) Bunu niye yaptın?

MİCHAL: Ha? Ağzının içinde konuşuyosun.

KATURİAN: (gözyaşları içinde) Bunu niye yaptın?

MİCHAL: Ağlama Katurian. Ağlama.

Michal kalkıp onu kucaklamak ister. Katurian ilençle geriler.

KATURİAN: Bunu niye yaptın?

MİCHAL: Biliyorsun. Çünkü sen yap dedin.

KATURİAN: (Duraksar) Çünkü ben ne dedim?
MİCHAL: Çünkü sen yap dedin.

KATURİAN: (Duraksar) Sana ödevini vaktinde yap dediğimi hatırlıyorum. Her gece dişlerini fırçala dediğimi hatırlıyorum…

MİCHAL: Valla her gece fırçalıyorum dişlerimi.

KATURİAN: Sana birkaç çocuk bul da doğra dediğimi hatırlamıyorum ben.

MİCHAL: Onları doğramadım ki ben. ‘Onları doğramak’ daha çok şöyle…

Michal acımasızca birini satırlıyormuş gibi yapar.

Benimki daha çok şöyle…

Michal, hayali ayak parmaklarına doğru yumuşak bir satır darbesi indiriyormuş ve
sonra da incitmeden parmakları uzağa atıyormuş gibi yapar…

Vee…

Michal iki tane elma adamı küçük bir ağza sokuyor ve yutturuyormuş gibi yapar.

‘Onları doğramak’ ha. Ağır oldu bu ya. Bi de, sen bana yap demesen ben hiçbir şey yapmam bi kere, onun’çün öyle sütten çıkmış ak kaşıkmışın gibi yapma. Bana anlattığın her öyküde, birilerinin başına kötü bir şey geliyor. Ben sadece şeyi deniyorum, bunların ne kadarı gerçekleştirilemez, ne kadarı hepten atmasyon, çünkü bazıları bana hep çok atmasyon geldiydi de. (Duraksar.) Ama neyi öğrendim biliyon nu? Bunlar hiç de atmasyon diil ya.

KATURİAN: Hoşlarından niye denemedin ki hiç?

MİCHAL: Hoş bir şey yazmadın ki hiç.

KATURİAN: Bir sürü hoş öykü yazdım ben.

MİCHAL: Iıı, eh, bir iki tanesi…

KATURİAN: Yok, yok. Hoş olanlardan hiçbirini gerçekleştirmeye kalmadın, neden diiim mi ha, diim mi?

MİCHAL: Di.

KATURİAN: Çünkü sen sadist, geri zekalı, küçük çocukları öldürmekten zevk alan siktiğimin bir sapığısın ve yazdığım her öykü akla hayale gelebilecek en şeker şey de olsa, sonuç gene aynı bok olurdu.

MİCHAL: Iıı…bilemeyiz orasını, di mi, yani şeker bir şey yazmadın ya hani. (Duraksar.) O çocukları öldürmek de benim hoşuma gitmedi yani. Çok rahatsız oldum. Ben sadece birinin ayak parmaklarını kesmek, ötekine elma adam yutturmak istedim sadece, bakalım oluyo mu diye.

KATURİAN: Bir çocuğun ayak parmaklarını kesicen, ötekinin boğazından aşağı jilet tıkıştırcan, sonra da öleceklerini bilmiyordum ki mi diyosun yani?

MİCHAL: Eh, artık biliyorum.

Katurian başını ellerinin arasına alıp bu işten bir çıkış yolu bulmaya çalışır.

Ama, işkenceci valla benim tarafımı tutuyor gibiydi. O da, bütün bunların senin hatan olduğunu düşünüyordu. Çoğu senin hatan yani.

KATURİAN: (Duraksar) Ona ne anlattın?

MİCHAL: Sadece gerçeği.

KATURİAN: Hangi gerçeği?

MİCHAL: Sadece bunu, biliyosun işte ya… yazıp da bana okuduğun öykülerden çıkardığım çocuklara neler yaptıklarımı.

KATURİAN: Bunu polise de dedin mi?

MİCHAL: Hııı. Biliyosun, gerçeği, sadece gerçeği…

KATURİAN: Gerçek bu değil ki Michal.

MİCHAL: Hayır bu.

KATURİAN: Hayır değil.

MİCHAL: Sen şimdi içinde çocuklar öldürülen öyküler yazmadın mı yani?

KATURİAN: Evet, ama…

MİCHAL: Bana da okudun mu onları?

KATURİAN: Evet…

MİCHAL: E, ben de dışarı çıkıp üç beş çocuk mu öldürmüşüm? (Duraksar.) ‘Evet, öldürdüm,’ bu sorunun cevabı. Bu yüzden anlamıyom ben, ‘Gerçek o değil’ lafı nasıl uydu buraya. ‘Statistik Gerizekalı Sapık’ etiketi bir yana. Bak, sen benim kardeşimsin, seni çok seviyorum ama tam yirmi dakika bana bir herif hakkında öykü anlattın, biliyon işte, hani şu küçük çocukların aklını çeliyor da en aşağı kendilerini yakmalarına falan yol açıyor ya, o işte, anladın? Herif, bi de kahraman! Bak, eleştiriyorum sanma ha! Çok iyi bir karakter yani. Allah için çok iyi karakter. Ben, benziyoruz onunla biz.

KATURİAN: Nerden benziyormuş sana?

MİCHAL: Çocukların ölmesini sağlamak falan. Bütün olan biten yani.

KATURİAN: Yastıkadam kimseyi öldürmüyordu Michal. Hem, ölen çocukların hepsi de rezil hayatlar süreceklerdi.

MİCHAL: Haklısın, bütün çocuklar rezil hayatlar sürdürecekler. Onları bu zahmetten kurtarmak lâzım.

KATURİAN: Hayır, bütün çocuklar rezil hayatlar sürdürecekler.

MİCHAL: E, ııı, hım. Çocukluğundan beri rezil bir hayatın mı oldu? Evet. Iııı, çocukluğumdan beri rezil bir hayatım mı oldu? Evet. İki de iki tutturduk bile.

KATURİAN: Yastıkadam çok düşünceli ve dürüst bir adamdı ama yaptığı işten nefret ediyordu. Sen tam tersisin, her yönden.

MİCHAL: İyi, peki, biliyorsun ben tersler, zıtlardan anlamam pek, ama dediğini anladım galiba. Teşekkür ederim. (Duraksar.) Yastıkadam iyi bir öykü Katurian. En iyi öykülerinden. Sen ünlü bir yazar olcan bi gün, Tanrı korusun, valla olcan, görebiliyorum bunu.

KATURİAN: (Duraksar) Ne zaman?

MİCHAL: Ha?

KATURİAN: Ünlü bir yazar, ne zaman olcam?

MİCHAL: Bir gün, dedim işte.

KATURİAN: Bir buçuk saat içinde ikimizi de infaz edecekler.

MİCHAL: Ya evet. Galiba o zaman ünlü bir yazar olamiycan.

KATURİAN: Birazdan her şeyi imha edecekler. Bizi imha edecekler, öykülerimi imha edecekler. Her şeyi imha edecekler.

MİCHAL: Evet, ama şimdi öyküleri bırakıp da kendimiz için kaygılansak diyorum.

KATURİAN: Öyle mi?

MİCHAL: Hı. Sadece kağıt onlar.

KATURİAN: Sadece ne?

MİCHAL: Sadece kağıt.

Katurian, Michal’in kafasını bir kez taş zemine çakar. Michal, canının yanmış
olmasından çok, kardeşinin böyle bir yapmayı akıl etmiş olmasına şaşmış gibi eliyle
başının kanayan yerine dokunur.

KATURİAN: Şimdi gelseler ve deseler ki ‘Üçünüzden, ikisini yakacağız, yani sen, abin ya da öykülerin,’ önce seni yakmalarını isterdim, sonra da kendimi yaktırırdım. Öyküler kurtulsun isterdim.

MİCHAL: Az önce kafamı yere çaktın.

KATURİAN: Farkındayım.

MİCHAL: (bağırır) Az önce kafamı yere çaktın!

KATURİAN: Farkındayım dedim.

MİCHAL: Aynı annemle babam gibisin!

KATURİAN: (gülerek) Ne dedin sen?!

MİCHAL: Aynı annem babam gibisin! Dövüyosun beni, bana bağırıyosun!
KATURİAN: Ben mi annem babam gibiyim? Şunu bi açıklığa kavuşturayım…

MİCHAL: Aman başlama gene…

KATURİAN: Annem babam ilk oğullarını bir odaya kapatıp işkence yaptılar, tam yedi yıl boyunca, sen de küçük bir oğlanın ölene kadar kanını akıtıyorsun, küçük bir kıza jilet yutturuyorsun, daha Allah bilir hangi küçük kıza daha neler yapıyorsun, ama annem babam gibi olan sen değilsin de, bir mankafanın tekini yere vurdum diye ben mi benziyorum annemle babama.

MİCHAL: Evet aynen öyle, aynen öyle.

KATURİAN: Mantığını anladım Michal.

MİCHAL: Güzel. Aferin sana.

KATURİAN: Sana bi şey diyeyim mi? Annem babam şimdi yukardan bakıyor olsalardı, senin tam da gurur duyacakları bir evlat olduğunu görüp çok sevinirlerdi.

MİCHAL: Öyle deme…

KATURİAN: Gerçekten gurur duyarlardı. Sen onların hık demiş burunlarından düşmüşsün, nerdeyse. Belki biraz şuraya bi keçi sakal, bi de gözlük taksan falan, babam gibi…

MİCHAL: Öyle deme!

KATURİAN: Ya da bi sürü aelmas Taksan Takıştırsan. Evliyadımm beniym diye koşuyşayn anniyeym gibi…

MİCHAL: Öyle deme yoksa gebertirim seni!

KATURİAN: Beni öldüremezsin Michal. Yedi yaşında değilim ben!

MİCHAL: Ben onlar gibi değilim. Ben kimsenin canını yakmak istemedim. Ben senin öykülerini yaptım sadece.

KATURİAN: Üçüncü kıza n’aptın?

MİCHAL: Söylemicem işte. Kalbimi kırdın. Bi de kafamı.

KATURİAN: Onlar bi gelsin öyle bi söylersin ki.

MİCHAL: Ben dayanırım.

KATURİAN: Yok, böyle olursa zor dayanırsın.

MİCHAL: (alçak sesle) Ne kadar dayanıklı olduğumu bilmiyorsun sen.

KATURİAN: (Duraksar) Evet, sanırım bilmiyorum.
MİCHAL: Ben burada senin yan odadan gelen çığlıklarını dinNerken, Katurian bu sahneyi yıllarca çekti falan oldum. Bişi diyeyim mi sana, bu taraftan daha kolaymış.

KATURİAN: Biliyorum.

MİCHAL: Sadece bir saatliğine çektin ama aklını yemiş gibi daldın az önce içeri … Bi de hayat boyu çekseydin n’olcaktı kim bilir.

MİCHAL: Bu bir mazeret değil.

KATURİAN: Senin öldürdüğün iki kişi için mazeret oldu ama. Benim öldürdüğüm iki kişiye niye mazeret olmuyormuş?

MİCHAL: Ben bir çocuğa yedi yıl işkence yapan iki kişiyi öldürdüm. Sense, kimseye hiçbir yıl boyunca işkence yapmamış üç çocuğu öldürdün. Fark var, fark.

MİCHAL: Senin bildiğin kadarıyla, onlar kimseye işkence falan yapmadı. Jiletçi kız bence aynı soyun bokuydu. İddaaya girerim en azından karıncaların canına okumuştur.

KATURİAN: Üçüncü kızı nasıl öldürdün Michal? Bilmem lâzım. Gene bir öyküdeki gibi mi?

MİCHAL: Hı hı.

KATURİAN: Hangisi?

MİCHAL: Çok kızıcan ama.

KATURİAN: Yok kızmiycam.

MİCHAL: Biraz kızıcan.

KATURİAN: Hangi öyküye benziyordu?

MİCHAL: Şeye…şeye benziyodu…mmm… ‘Küçük İsa’ya. ‘Küçük İsa’.

Katurian bir süre Michal’e bakar, elleri yüzüne götürür ve öykünün ayrıntılarını
gözünün önüne getirdikçe usulca ağlamaya başlar. Michal, bir şey demek ister gibi
ona yanaşır ama diyemez, Katurian sessizce ağlamayı sürdürür.

KATURİAN: Niye o öykü?

MİCHAL: (omuz silker) İyi bir öykü o. Sen iyi bir yazarsın Katurian. Aksini söylettirme kimseye valla.

KATURİAN: (Duraksar) Kızı nerede bıraktın?

MİCHAL: Annecimle babacımı nereye gömdünse orada işte. Dilek kuyusunda.

KATURİAN: (ara) Zavallı salak şey.

MİCHAL: Bilmez miyim. Berbat bi şey.

KATURİAN: Ee, umarım çabuk oldu.

MİCHAL: Çabukumsu.

Katurian yeniden ağlar. Michal bir elini onun omzuna koyar.

Ağlama Katurian. Her şey yoluna girecek.

KATURİAN: Nasıl girecekmiş yoluna? Nasıl girebilir ki yoluna?

MİCHAL: Bilmem. Böyle durumlarda öyle denmez mi? ‘Her şey yoluna gircek.’ Tabii ki yoluna girmeyecek. Birazdan gelip bizi idam edecekler, di mi? Yolunda denmez buna, di mi? Hım. Yolundanın tam tersi di mi bu? Ya. (Duraksar.) Bizi birlikte mi, ayrı ayrı mı idam ederler acaba? Umarım birliktedir. Tek başıma olmak istemem.

KATURİAN: Ben bir şey yapmadım!

MİCHAL: Bak, gene başlama yoksa tepemi attırcan. Bizi birlikte idam etmeseler bile, aynı yere gömerler, iki çukur birden kazacak değiller ya, ben tek başıma gömülmekten nefret ederim. Berbat bi şey. Toprağın altında, yapayalnızsın, ııııyhhh! Ama en azından cennette birlikte olcaz, ne olursa olsun. Tanrıyla manrıyla gezer tozarız. Yarış tutar, aşık atarız.

KATURİAN: Ne tür bir cennet senin bu gittiğin Michal, ha? Çocuk katili cenneti mi?

MİCHAL:Yok yaa, ne çocuk katili cenneti akıllı bıdık. Normal cennet işte. Filmlerdeki gibi.

KATURİAN: Öldüğünde nereye gitceğini bilmek ister misin?

MİCHAL:Nereyeymiş? Aman sakın havandasın diye, kötü bir yer deme.

KATURİAN: Küçük bir ormandaki küçük bir evdeki küçük bir odaya gideceksin ve zamanın geri kalanı boyunca sana ben bakmiycam da Annecim diye biri, bir de Babacım diye biri bakacak, evet ve onlar sana daha önce nasıl baktılarsa aynen öyle bakacaklar, yalnız bu sefer seni kurtarmak için ben etrafta olmiycam çünkü ben seninle aynı yere gitmiycem, çünkü ben götü boklu küçük çocuk mocuk öldürmedim hiç.

MİCHAL: Bu şimdiye kadar bi kimsenin başka bi kimseye söylediği en çok kötü şey ve ben seninle bi daha asla ama asla konuşmiycam bi daha hiç.

KATURİAN: Güzel. O zaman oturup çıt çıkarmadan bekleyelim de gelip idam etsinler bizi.

MİCHAL: Duyduğum en kötü şey! Bi de dedim sana di mi, kötü bi şey deme dedim. Dedim ki sana, ‘Kötü bi şey deme’dedim, sen n’aptın peki? N’aptın ha n’aptın? N’apcan, kötü bi şey dedin.

KATURİAN: Ben seni eskiden öyle severdim ki.

MİCHAL: (Duraksar) Ne demek ‘eskiden’? Bu, dediğin öteki şeyden daha kötü bi şey, hem o öteki şey duyduğum en kötü şeydi! Aman Tanrım!

KATURİAN: O zaman çıt çıkarmadan oturalım.

MİCHAL: Ben çıt çıkarmadan oturmaya çalışıyorum zaten. Sen kötü şeyler deyip duruyorsun. (Duraksar.) Demiyom de. (Duraksar.) Demiyom de, dedim sana. Ha, çıt çıkarmadan oturalım mı yapıyoz şimdi? Peki.

Suskunluk. Michal kıçını kaşır. Suskunluk.

Ama seninle bi lades daha tutuşmamız lâzım aslında. Hani şu kısa bir süre önce okuduğum senin berbat kısa öykünle ilgili bi lades. ‘Yazar ve Yazarın Kardeşi’ başlıklı berbat bir kısa öykü, öykünün adı bu evet ve okuduğum bokların en büyüğüydü.

KATURİAN: Michal, bi kere o öyküyü sana hiç göstermedim.

MİCHAL: O öyküyü bana hiç göstermediğini biliyorum. İyi ki de göstermemişsin. Boktandı çünkü.

KATURİAN: Demek ben işteyken odamı karıştırıyorsun, öyle mi?

MİCHAL: Sen işteyken odanı karıştırıyorum elbette. Sen işteyken evde ne bok yediğimi sanıyorsun ki?

KATURİAN: Çocuk katlediyorsun sanıyordum.

MİCHAL: Aman aman. E, çocuk katletmediğim zamanlarda da odanı karıştırıyorum. Ve ne buluyorum, sonları gerçek olmayan salak salak kısa öyküler buluyorum. Sonları salak mı salak kısa öyküler. Ben ölüyomuşum da, annecimle babacım hayattaymış. Boktan ve salak bir son bu.

KATURİAN: Bak yahu, şimdi de Karındeşen Boktan Jack’ten edebiyat öğütleri mi alıyorum?

MİCHAL: Niye mutlu sonla bitirmedin, gerçek hayatta olduğu gibi?

KATURİAN: Gerçek hayatta mutlu son yoktur da ondan.

MİCHAL: Ne? Benim öykümünki mutlu sondu. Sen gelip beni kurtardın, sonra da annecimle babacımı öldürdün. Mutlu bir sondu bu.

KATURİAN: Sonra ne oldu peki?

MİCHAL: Sonra onları dilek kuyusuna attın, üstlerine de kireçler döktün.

KATURİAN: Kireç mi döktüm? ‘Üstlerine de kireçler döktün.’ N’apıyordum ha, boktan bi meyve salatası mı? Sonra n’oldu peki?

MİCHAL: Sonra ne mi oldu? Sonra sen beni okula göndermeye başladın ve ondan sonra da ben bi sürü şey öğrenmeye başladım, güzeldi.

KATURİAN: Sonra ne oldu peki?

MİCHAL: Sonra ne mi oldu? (Duraksar.) Münazarayı kazandığım zaman mı?

KATURİAN: Yaklaşık üç hafta önce ne oldu?

MİCHAL: Ha. Ondan sonra birkaç çocuğun canına okudum.

KATURİAN: Evet ya, ondan sonra birkaç çocuğun canına okudun. Bu nasıl bir mutlu son ha? Sonra yakalandın ve idam edildin ve kardeşini de idam ettirdin, üstelik o hiçbir şey yapmamışken. Nasıl bir mutlu son bu ha? Hem bi Dakka, sen münazarayı ne zaman kazandın ki? .iktiğimin münazarasında dördüncü oldun sen!

MİCHAL: Biz ondan bahsetmiyoz ki…

KATURİAN: Münazaraya katılan dört kişi arasında dördüncü oldun sen! ‘Münazarayı kazandığım zaman mı?’

MİCHAL: Biz ondan bahsetmiyoz ki…mutlu son nasıl olur ondan bahsediyoz! Benim münazarayı kazanmam mutlu son olurdu, yaaa? Ben ölmüşüm, çürüyorum, senin o aptal öykündeki gibi, bu hiç de mutlu bir son olmazdı.

KATURİAN: Mutlu bir sondu o.

MİCHAL: (ağlamak üzeredir) Ne? Ben ölüyorum, çürüyorum, bu mu mutlu son?

KATURİAN: Öldüğünde elde ne vardı? Bir öykü. Hem de benim bütün öykülerimden daha iyi bir öykü. Ya, ‘Yazar ve Yazarın Kardeşi’…yazar sendin. Yazarın kardeşi de ben. Bu öyküyü senin açından mutlu sonlu bir öykü yapmıştı.

MİCHAL: Ama ölmüşüm ben.

KATURİAN: Ölmüş olmanla ya da ölmemiş olmanla ilgisi yok bunun. Bu, geride ne bıraktığınla ilgili.

MİCHAL: Anlamadım.

KATURİAN: Beni şimdi öldürseler umurumda değil. Ama öykülerimi öldüremeyecekler. Öykülerimi öldüremeyecekler. Başka bir şeyim kalmadı.

MİCHAL: (Duraksar) Ben varım ya.

Katurian bir süre ona bakar, sonra üzgün üzgün başını düşürür. Michal gözyaşlarına
boğulmak üzereymişcesine öte yana döner.

Ama, peki, madem anlaştık, o zaman ‘Yazar ve Kardeşi’ öyküsünün sonunu değiştircen, ben hayatta kalacam, annemle babam ölcek, bi de ben münazarayı kazancam. Anlaştık di mi? Öykünün eski halini de yaksan iyi olur bu durumda, malum kimse görüp de öykünün aslı odur, ben de ölmüşüm falan sanmasın diye. Yakıver gitsin.

KATURİAN: Peki Michal. Yakarım.

MİCHAL: Sahi mi?

KATURİAN: Sahi.

MİCHAL: Vay anasını be. Amma kolay oldu bu. O zaman, bak ne diycem, öykülerinden birçoğunu da yaksan diyordum, çünkü bazıları var ya, valla komik falan olmaya da çalışmıyorum, bazıları ciddi ciddi marazî, sahiden hastalıklı.

KATURİAN: Hepsini yaksak ya Michal. Hastalıklı olanları hastalıksız olanlardan ayıklamaya ayıracağım vaktim de bana kalır.

MİCHAL: Yo, yoo, bu aptallık olur canım, hepsi yakılır mı. Hayır. Sadece insanların gidip çocuk öldürmelerine yol açacakları yak. Hem insanların gidip çocuk öldürmelerine yol açmayacak olanları ayıklamak da fazla zaman almaz çünkü sadece iki öykün insanların gidip çocuk öldürmelerine yol açmıyor, di mi?

KATURİAN: Öyle mi ya?

MİCHAL: Öyle.

KATURİAN: Hangileriymiş peki bunlar? Yazdığım dört yüz öyküden hangilerini kurtarmak tenezzülünde bulunuyorsun bakalım?

MİCHAL: Hani şu küçük yeşil domuz hakkındaki, o güzel mesela. O kimsenin gidip birilerini öldürmeye yol açmaz, yani…bir de…(Duraksar.) Bir de…(Duraksar.) galiba hepsi bu kadar işte. ‘Küçük Yeşil Domuz’, o kadar.

KATURİAN: Hepsi bu mu?

MİCHAL: Evet, yani güvenli tarafta olmak istiyorsan diyordum. Yani, bazıları da insanların gidip birilerini yaralamalarına yol açacak gibi, hani tam tamına öldürmeseler bile, öyle işte, güvenli olsun diyosak, sadece ‘Küçük Yeşil Domuz’ kalıyor geriye. İnsanlar o öyküyü okuduktan sonra, gidip birilerini, ya da bir şeyleri, yeşile boyarlar, hah! Hepsi bu.

KATURİAN: Evet, iyi hoş da, senin gerçekleştirmek üzere seçtiğin üç öykü, gerçekleştirmek üzere seçebileceğin en itici üç öyküydü. Onlar karşına çıkan ilk üç öykü değildi ki, onlar senin itici aklına yatan üç öyküydü de ondan.

MİCHAL: Ee, n’olmuş yani? Çok kötü olmayanları gerçek hayatta yapamaz mıydım yani? Hangisi mesela? ‘Bodrumdaki Surat’ mı? Yüzlerini soyacaksın onların, sonra da bodrumda bir mankenin üstündeki kavanozun içinde saklayacaksın. Yoksa ‘Şekspir’in Odası’ mı? Şekspir efendi ne zaman yeni bir oyun yazmak istese kutudaki küçük zenci pigmeye bir sopayla dürter. Bunları mı?

KATURİAN: O oyunların hepsini o yazmadı.

MİCHAL: Ama demek istediğimi anlıyorsun di mi Kat? Hepsi hastalıklı. Ama onun kadar hastasını bulamazdın valla.

KATURİAN: Peki neden ‘Küçük İsa’yı seçtin ki?

MİCHAL: Ah Katurian, olan olmuş bir kere, geri döndüremezsin zamanı. Ta-raaa! Biraz uykum da geldi zaten, onun için birazcık uyusam iyi olacak tabii aklımı hâlâ kaşınan götümden alabilirsem ve bu konudan hiç bahsetmedim bile.

Michal şiltenin üstüne uzanır.

KATURİAN: Uyuyacak mısın?

MİCHAL: Hı hı.

KATURİAN: Fakat her an geri gelip bize işkence yapacak ve idam etcekler.

MİCHAL: İyi ya işte, bir süre uyuyamiycağımıza göre biraz uyusak iyi olur. (Duraksar.) Belki de son uykumuz olur. Ne kötü di mi? Ben uyumayı çok severim. Acaba Cennet’te uyumak var mıdır? Olsa iyi olur valla, yoksa gitmiyorum. (Duraksar.) Katurian?

KATURİAN: Ne?

MİCHAL: Bana bi öykü anlatsana.

KATURİAN: Hani bütün öykülerimi yakmak istiyordun?

MİCHAL: Küçük yeşil domuzluyu anlatsana. Onu yakmak istemiyorum, onu anlat hadi. Ondan sonra affetcem seni.

KATURİAN: Affetcek misin, n’apmışım ki?

MİCHAL: O kötü şeyleri söyledin ya, hani o küçük ormanda bana annecim babacım bakacaklar da kimse beni kurtarmaya gelmeyecek falan.

KATURİAN: (Duraksar) Nasıldı, du bakayım, ‘Küçük Yeşil Domuz’…

MİCHAL: Nasıldı biliyorsun Katurian, hadi. İlk sözcük ‘bir’, ikinci sözcük ‘varmış’. Sanırım üçüncü sözcük de ‘bir’, dördüncü sözcük deee…şekerim ya, neydi dördüncü sözcük?

KATURİAN: Ah sen yok musun sen!

MİCHAL: A hatırladım, ‘yokmuş’, dördüncü sözcük buydu. ‘Bir varmış, bir yokmuş…’

KATURİAN: Peki peki. Yerleş bakayım…

Michal öyle yapar, başının yanında yastık vardır.
Bir varmış bir yokmuş…

MİCHAL: Bu tıpkı eski günlerde olduğu gibi. Eski güzel günlerdeki gibi. Öyküler…

KATURİAN: Bir varmış bir yokmuş, çok uzaklarda tuhaf bir ülkede bir çiftlikte…

MİCHAL: Bi çiftlikte…

KATURİAN: Bi tane domuzcuk yaşarmış. Bu domuz öteki bütün domuzlardan farklıymış.

MİCHAL: Yeşilmiş.

KATURİAN: Öyküyü sen mi anlatıyorsun, ben mi?

MİCHAL: Sen. Özür. Parmaklar dudaklara. Şişt.

KATURİAN: Öteki bütün domuzlardan farklıymış çünkü parlak yeşilmiş. Tıpkı karanlık içindeki parlama gibi yeşil.

MİCHAL: Karanlık içindeki parlama yeşili. Tren yolu tünellerindeki boya gibi, karanlık içindeki parlama bu işte, tren yolu tünellerindeki gibi.

KATURİAN: Evet.

MİCHAL: Evet.

KATURİAN: N’apıyoruz? Dinliyoruz ve uyuyor muyuz, yoksa sözümü mü kesiyoruz?

MİCHAL: Dinliyoruz ve uyuyoruz.

KATURİAN: Güzel. Şimdi, küçük domuz yeşil olmayı gerçekten seviyormuş. Normal domuzların renklerini sevmediğinden değil ama. Pembeyi de güzel görüyormuş, ama asıl sevdiği biraz farklı olmakmış, biraz tuhaf. Fakat etrafındaki öteki domuzlar onun yeşil olmasından hoşlanmıyorlarmış. Onu kıskanıyorlarmış, ona dayılanıp hayatını burnundan getiriyorlarmış…

MİCHAL: Burnundan getiriyorlarmış…

KATURİAN: Ve bütün bu yakınmalar çiftçileri zıvanadan çıkarmış, onlar da…

MİCHAL: ‘Zıvana’ neydi? Afedersin Katurian.

KATURİAN: Önemli değil, çiftçilerin sinirine dokunmuş yani.

MİCHAL: (esneyerek) Sinirine dokunmuş…

KATURİAN: Bu da çiftçilerin sinirine dokunmuş ve demişler ki ‘Hımm, bu konuda bir şey yapmamız lâzım.’ Bu yüzden, bir gece, bütün domuzlar tarlalarda uykudayken, çiftçiler usulca gelip küçük yeşil domuzu kaptıkları gibi ahıra getirmişler ve küçük domuz viyk viyk ediyormuş, ama öteki domuzlar ona gülüyorlarmış…

MİCHAL: (usulca) Orospu çoçukları…
KATURİAN: Çiftçiler onu ahıra götürdüklerinde n’apmışlar, kocaman bir özel pembe boya kutusunu açmışlar ve domuzcuğu o boya kutusunun içine daldırmışlar, tepeden tırnağa domuzcuğun her tarafı tepeden tırnağa pespembe olana, üzerinde yeşil tek bir yama kalmayana kadar tutmuşlar boya içinde, sonra da kuruyana kadar tepetaklak asmışlar domuzcuğu. Bu boya özelmiş çünkü yıkamakla çıkmazmış, üstüne de başka boya tutmazmış. Ve küçük yeşil domuz demiş ki – (domuz sesi) ‘Ay lütfen Tanrım, lütfen beni de ötekiler gibi yapmalarına izin verme. Birazcık tuhaf olmaktan memnunum ben.’

MİCHAL: ‘Birazcık tuhaf olmaktan memnunum’ der Tanrıya.

KATURİAN: Ama çok geçmiş artık, boya kurumuş ve çiftçiler de onu tarlaya geri götürmüşler ve bütün pembe domuzlar zavallı domuzcuk önlerinden geçerken ve en sevdiği yeşil çimenliğe otururken ona gülmüşler, o da Tanrının dualarına niye kulak asmadığını akıl erdirmeye çalışmış, ağlaya ağlaya uyuyakalmış ama o kadar gözyaşı dökmüş ama o kötü pembe boya bir türlü çıkmamış, çünkü…

MİCHAL: Yıkamakla çıkmazmış, üstüne de başka boya tutmazmış.

KATURİAN: Aynen öyle. Uyuyakalmış sonra. Fakat o gece, bütün domuzlar tarlada uyurlarken, gökyüzünde bu garip, garip fırtına bulutları toplanmaya başlamış ve yağmur yağmaya başlamış, önce usul usul, sonra hızlanmış, hızlanmış da hızlanmış. Bu sıradan bir yağmur değilmiş ama, bu çok özel bir yeşil yağmurmuş, neredeyse boya kadar kalınmış, ama bu kadarla kalmıyormuş bu yağmur, aynı zamanda da yıkamakla çıkmıyormuş ve üstüne de boya tutmuyormuş. Yıkamakla asla çıkmıyormuş…
Katurian eğilip Michal’e bakar. Michal uyumaktadır. Katurian öykünün geri kalan kısmını fısıldayarak okur.
…ve üzerine boya da tutmuyormuş. Sabah olduğunda ve yağmur durduğunda ve bütün domuzlar uyandığında görmüşler ki hepsi, ama hepsi parlak yeşil olmuşlar. Hepsi ama biri hariç, tabii ki bizim küçük yeşil domuz hariç, çünkü o artık küçük pembe domuzmuş, garip yağmur onun da üstüne yağmış ama akıp gitmiş çünkü daha önce çiftçiler onu üzerineboyatutmaz boyayla boyamışlarmış. ‘Üzerineboyatutmaz.’ (Duraksar.) Bizim domuzcuk, etrafındaki yeşil domuzlar denizine bakarken, ki her biri bebekler gibi ağlıyorlarmış, gülümsemiş ve şükretmiş, Tanrıya teşekkür etmiş çünkü biliyormuş ki hâlâ biraz tuhafmış ve de hep öyle biraz tuhaf kalacakmış.

Suskunluk. Katurian, bir süre Michal’in uyumasını dinler, usulca saçını okşar.

Sevdin bunu di mi Michal? (Duraksar.) Severdin bunu. İçinde küçük ayak parmakları yok…jilet yok. Hoş bir masal. (Duraksar.) Belki asıl bunu gerçeğe taşımalıydın. (Duraksar.) ama senin suçun yok ki Michal. Senin suçun yok. (Ara. Ağlar) Tatlı rüyalar küçük bebeğim. Birazdan geleceğim yanına.

Katurian yastığı alır ve Michal’in yüzüne bastırır. Michal, irkilip çırpınmaya başlayınca, Katurian onun kolları ve bedeninin üstüne oturur ve yastığı bastırmayı sürdürür. Bir dakika sonra Michal’in çırpınmaları azalır. İki dakika sonra ise ölmüştür artık. Katurian, onun öldüğünden emin olduktan sonra, yastığı çeker, ağlaya ağlaya Michal’i dudaklarından öper ve gözlerini kapatır. Kapıya doğru yürür ve kapıyı son derece gürültülü bir şekilde çarpıp kapatır.

Dedektifler?! (Duraksar.) Dedektifler?! Altı kişinin öldürülmesiyle ilgili kendi adıma bir itirafta bulunacağım. (Suskunluk.) Bir şartım var. (Suskunluk.) Öykülerimle ilgili.

Sahne kararır.

OYUN ARASI

İKİNCİ PERDE İKİNCİ SAHNE

Katurian anlatırken küçük kız ve ebeveynleri de öyküyü canlandırırlar. Aynı çiftin oynayacağı iyi anne babadan üvey anne babaya geçerken çok az bir giysi değişikliği olabilir.

KATURİAN: Bir varmış, bir yokmuş, çok uzak olmayan bir ülkede küçük bir kız yaşarmış ve bu küçük kızın ebeveynleri onu hiç de dindar yetiştirmediği halde, küçük kız Mesih İsa’nın dirildikten sonra beden bulmuş hali olduğuna inanıyormuş.

Kız kötü bir takma sakal takar yüzüne, ayaklarına da bir çift sandalet geçirir ve
etrafındaki nesneleri kutsamaya girişir.

Bu da altı yaşındaki bir çocuk için tuhaf bir şey. Sakal takıp ayağında sandaletlerle etrafta ne var ne yok kutsarmış. Hep yoksullarla, evsiz barksızlarla görülürmüş, ayyaşları, uyuşturucu bağımlılarını teselli edermiş ve de genellikle anneciğinin, babacığının altı yaşındaki bir çocuğun bir arada bulunması uygun olmaz dediği insanlarla oturur kalkarmış. Onu hep kötü bir durumdan kurtarıp eve götürürlermiş, o da ter ter tepinirmiş, ciyak ciyak bağırırmış ve oyuncaklarını sağa sola fırlatır atarmış. Annesi babası bu duruma tepki gösterince de…

ANNE-BABA: İsa hiçbir zaman böyle tepinip, bağırıp oyuncaklarını sağa sola atmazdı…

KATURİAN: ‘Ama o eski İsa’ydı! Anladınız mı?’ diye karşılık verirmiş. Neyse, günlerden bir gün, küçük kız gene sıvışmış ve tam iki gün boyunca anne baba kızlarından ne bir ses, ne de bir haber almışlar, hiçbir yerde izine rastlamamışlar. Nihayet bir papaz telefon etmiş telaş içinde demiş ki: ‘Bir an önce kiliseye gelseniz iyi olur. Kızınız burada ağzımıza sıçtı. Önceleri pek şirindi ama artık ciddi ciddi can sıkmaya başladı.’

Işıklar gülümseyen anne baba üzerinde usulca söner.

Neyse, kızları sağ salim bulunmuş ya, anne babanın umurunda değilmiş olanlar, hemen kızlarını almak için hemen yola koyulmuşlar, ama aceleyle giderken yolda karşıdan gelen bir et kamyonuna çarpmışlar ve kafaları koparak ölmüşler.

Işıkların tamamı her tarafları kanayan iyi anne babanın üstüne yanar.

Küçük kız kaza haberini alınca tek bir gözyaşı dökmüş sadece, bir tek gözyaşı çünkü İsa’nın da anne babası böyle bir araba kazasında kafaları koparak ölselermiş, o da tek bir gözyaşı dökermiş de ondan; sonunda devlet küçük kızı bir ormanda oturan kötü üvey anne baba yanına göndermiş…

İçeriye kötü üvey anne baba girer, kızın elini sımsıkı tutmaktadırlar.

…ama tabii anne baba doldurdukları formda devlete çocuk tacizcisi olduklarını belirtmemişler; dinden nefret ediyorlarmış, İsa’dan nefret ediyorlarmış, herkesten nefret ediyorlarmış, aslında herkesten nefret etmeyen herkesten ve tabii ki küçük kızdan da nefret ediyorlarmış.

Üvey anne baba kızın sakalına hızla vurup düşürürler, sonra da sakalı fırlatıp atarlar.

Küçük kız onların nefretine mutlu bir yürek sayesinde tahammül ediyor ve onları bağışlıyormuş, fakat bu pek işe yaramamış. Bir pazar günü kilisede ayine katılmakta ısrar edince, kızcağızın sandaletlerini almışlar ve onu kiliseye giden çakıllı ve cam kırıklarıyla kaplı yolda yalınayak ve tek başına yürümeye zorlamışlar. Her şeye karşın kiliseye varan kız, saatlerce dizleri üzerinde cennetteki babasına onları affetsin diye dua edermiş ama karşılığında ne alırmış, azar, kilisenin her yanını kana buladı diye bir sürü azar işitirmiş. Eve en geç şu saatte döneceksin denmediği halde eve geç döndüğü için dayak yermiş; okulda yiyeceğini yoksul öğrencilerle üleştiği için de dayak yermiş; çirkin çocukları güldürdüğü için de dayak yermiş; yana yakıla cüzamlı aradığı için de dayak yermiş. Hayatı işkenceden başka bir şey değilmiş ama o her şeyi yine de bir gülücükle karşılarmış ve daha da güçlenirmiş her seferinde ama bir gün yol kenarında dilenen kör bir adama rastlamış…
Katurian kör adamı oynar. Kız onun göz kapaklarını toz ve tükürükle sıvar.

Tükürüğü ile biraz toz toprak karıştırıp adamın gözleri üzerine sürmüş. Adam onu gözlerine tükürüklü çamur sürüyor diye polise şikâyet etmiş, üvey annesi babası da onu karakoldan topladıktan sonra…

ÜVEY ANNE BABA: Demek aynen İsa gibi olmak istiyorsun.

KATURİAN: demişler. O da demiş ki, ‘Nihayet o boktan kafanıza girdi!’ (Duraksar.) Anne baba kısa bir süre kızı süzmüşler. Sonra işe koyulmuşlar.

Aşağıda anlatılan korkunç olaylar bütün ayrıntılarıyla sahnede oynanır.

Üvey anne, kızcağızın başının üstüne dikenli tellerden bir taç yerleştirmiş çünkü gerçek dikenlerden bir taç yapmaya üşenmiş; üvey baba ise kızı dokuz ucu da düğümlü bir kırbaçla dövmeye başlamış ve bu bir iki saat sürdükten sonra kız kendine gelince sormuşlar:

ÜVEY ANNE BABA: Hâlâ İsa gibi olmak istiyor musun?

KATURİAN: Ve kız, gözyaşlarının arasından ‘Evet, istiyorum’ demiş.

Anne baba, kızın sırtına ağır mı ağır kocaman bir haç yüklerler. Kız, sırtındaki
çarmıhla acılar içinde dolaşmaya başlar.

Onlar da kıza ağaçtan bir çarmıh yüklemişler ve zavallının bacakları bükülüp, kaval kemikleri çıt diye kırılana kadar salonda yüz kere döndürmüşler, kızcağız da yamuk yumuk yürüyen kendi küçük bacaklarına bakmaktan başka bir şey yapamıyormuş…

ÜVEY ANNE BABA: Hâlâ İsa gibi olmak istiyor musun?

KATURİAN: diye sormuş üvey anne baba. Kız az kalsın kusuyormuş, ama gerisin geri yutmuş ki zayıf görünmesin; gücünü toparlamış ve ‘Evet, istiyorum’ demiş.

Anne baba, kızı çarmıha çivilerler ve dik hale getirirler.

Sonra da kızın ellerini çarmıha çivilemişler, sonra da bacaklarını sağa döndürüp ayaklarını da çarmıha çiviledikten sonra çarmıhı dikleştirip arka duvara dayamışlar ve kızı orada öylece bırakıp televizyon seyretmişler; bütün güzel programlar bitince de televizyonu kapatmışlar ve bir mızrağın ucunu keskinleştirmişler ve

ÜVEY ANNE BABA: Hâlâ İsa gibi olmak istiyor musun?

KATURİAN: diye sormuşlar. Ve küçük kız gözyaşlarını içini atmış ve derin bir soluk alıp ‘Hayır. İsa gibi olmak istemiyorum. İsa’nın ta kendisiyim ben!’ (Duraksar.) Anne babası da mızrağı onun böğrüne batırmışlar…
Öyle yaparlar.
…ve kızı orada bırakmışlar ölsün diye, sonra da gidip yatmışlar.

Küçük kızın başı yavaşça düşer, gözler kapanır. Sabah ışığı, üvey anne baba dönerler.

Ama sabahleyin kızın ölmediğini görünce çok şaşırmışlar…

Kız, usulca gözlerini açar, başını merhaba der gibi öne eğer. Anne baba kızı özenle
çarmıhtan indirirler. Kız, sanki onları bağışlamış gibi yüzlerine dokunur. Anne baba kızı camdan bir tabuta koyarlar ve kapağını da mühürlerler.

…sonra da onu çarmıhtan indirip ona sadece üç gün yetecek kadar hava bulunan küçük bir tabutun içine koymuşlar ve canlı canlı gömmüşler…
Tabutun üstüne kürek kürek toprak atarlar.

…ve kızın duyduğu son sesler, anne babanın yukardan gelen sesleri olmuş…

ÜVEY ANNE BABA: E madem İsa’sın, üç gün sonra dirilip kalkarsın artık, di mi?

KATURİAN: Küçük kız da bu konuda biraz düşünmüş, sonra gülümsemiş ve fısıldamış, ‘Aynen öyle, aynen öyle.’ (Duraksar.) Sonra da beklemiş ha beklemiş ha beklemiş.

Kız, yavaş yavaş tırnaklarıyla tabutun tabanını kazımaya çalışırken ışıklar tabutun üzerinde söner. Katurian tabuta doğru ilerler ve üzerine eğilir.

Üç gün sonra, ormanda yürüyen bir adam küçük ve yeni kazılmış bir mezara takılıp sendelemiş, fakat adam epey körmüş, epey kör olduğundan da yoluna devam etmiş ve maalesef hemen arkasında küçük bir kemik parçasının tahtaya sürtünüp durduğunu duymamış ve ses, o boş, bomboş ormanın kara, kapkara kasvetinde ilelebet yok olup gitmiş, usul usul.

Sahne kararır.

İKİNCİ YARI

Üçüncü Perde

Polis sorgu odası. Katurian acele acele uzun bir itirafname yazmaktadır. İlk sayfayı oturan Tupolski’ye uzatır. Ariel ayakta, sigara içmektedir.

TUPOLSKİ: ‘Altı cinayetten sorumlu olduğumu burada itiraf ediyorum; üçünü bizzat ben işledim, üçü de benim yazmış olduğum o dehşet verici sapıkça öyküleri gerçekleştiren ağabeyim işlemiştir.’ Parantez, ‘Ekler’, kapa parantez. (Duraksar.) ‘En yeni cinayetim ağabeyimdir, ağabeyim Michal’i ben öldürdüm…’ Evet, sağol be Katurian. Bu cinayeti senin yaptığını hiç anlayamazdık valla. ‘Yüzüne bir yastık bastırdım…’ car car car car… ‘amacım onu işkence ve idamın dehşetinden…’ car car car. Kardeşini ne kadar da seviyormuş zırvası. Evet ya, gösterdin onu ne çok sevdiğini. ‘Ondan önceki cinayetim üç gün önce öldürdüğüm ahraz küçük bir kızdı. Adını bilmiyorum. Bu küçük kız…’

ARIEL (Duraksar) Evet bu küçük kız…?

TUPOLSKİ: Sayfanın sonu.

ARIEL: Çabukça yaz.

TUPOLSKİ: Çabukça yaz. (Duraksar.) Yoksa doğrusu ‘Daha çabuk yaz’ mı olacaktı? ‘Çabukça yaz.’ ‘Daha çabuk yaz.’

ARIEL: Doğrusu ‘çabukça yaz’…

Ariel, Katurian’ın yazdıklarını tersten okuyacağım derken boynunu ağrıtır. Katurian,
içgüdüsel bir hareketle eliyle yazdıklarını kapatır. Ariel, onun kafasına bir şaplak indirir.

ARIEL: Salak, kendini sınavda mı sandın?

KATURİAN: Afedersin…

Ariel, Katurian’ın omzunun üstünden okur.

ARIEL: ‘…biz “Küçük İsa” başlıklı bir öyküyü gerçekleştirirken öldürüldü.’ Hangisiydi ‘Küçük İsa’? Ben onu görmedim…

TUPOLSKİ: Ne?

Ariel, kutunun içini kurcalar ve ‘Küçük İsa’yı bulur.

ARIEL: Kızı ‘Küçük İsa’ adlı öyküdeki gibi öldürdüklerini söylüyor. Bu öyküyü sen gördün mü?

TUPOLSKİ: (suratını ekşitir, üzgündür) Evet. Gördüm.

Ariel öyküyü okumaya başlar. Katurian göz ucuyla Tupolski’ye bakar ve onun
gözlerini ona dikmiş olduğunu görünce huzursuz olur. İtirafnamesinin ikinci sayfasını
da verir ona ve yazmayı sürdürür.

Kızın cesedini nereye attın?

KATURİAN: Bir harita çizdim. Kamenice ormanındaki evimizin arka tarafında, yaklaşık iki yüz metre ötede bir dilek kuyusu var. O kuyunun hemen arkasında. Ceset orada gömülü. İki kişi daha var. İki yetişkin.

TUPOLSKİ: Ne iki kişisi daha?

KATURİAN: Onu diycem zaten.

Tupolski silahını kontrol eder. Katurian bunu fark eder ama yazmayı sürdürür.

TUPOLSKİ: (Ariel’e) Nereye geldin?

ARIEL: ‘Sakal takıp ayağında sandaletlerle etrafta ne var ne yok kutsarmış.’

TUPOLSKİ: Ariel, öyküyü bir çocuğun nasıl öldürüldüğünü anlamak için okuyorsan, doğrudan sonuna atlasan daha iyi olmaz mı sence?

ARIEL: Ha. Peki.

TUPOLSKİ: Örneğin, başına dikenli taç giydirdikleri yere atla. Ya da dokuz uçlu kırbaçlı yere. Ya da ‘kaval kemikleri çıt diye kırılana kadar salonda yüz kere döndürmüşler’ dediği yere. Ya da ondan hemen sonraki yere atla. (Duraksar.) Adli tıpçıları çağırtıp cesedi almalarını istiyeceğim de.

Tupolski, Katurian’ın haritasını alıp çıkar. Ariel öyküyü okumayı bitirir ve usulca
ağlamaya başlar. Katurian ona bakar, sonra itirafnamesini yazmayı sürdürür. Ariel
oturur; içi kalkmış gibidir.

ARIEL: Senin gibi herifler niye var ya? Şart mı ya?

Katurian sayfayı bitirir, diğerine başlar. Ariel ilk sayfayı okur.

‘Ağabeyim “Irmak ve Kasaba” adlı öyküyü canlandırırken ağabeyim onun parmaklarını keserken ben de çocuğu tutuyordum. Ekte.’ (Duraksar.) ‘Ve “Küçük Elma İnsanlar” adlı öyküyü canlandırırken de ağabeyim kıza elmadan yapılma ve içinde jilet saklı küçük küçük insancıklar yedirirken, ben de kızı tutuyordum. Ekte.’ (Duraksar.) Sizi öldürür öldürmez bütün öyküleri yakmayacağımızı mı sanıyorsun sen?

KATURİAN: Her şeyi samimiyetle itiraf ettim, aynen söz verdiğim gibi. Ve sizin de bütün öykülerimi kutusunun içinde saklayacağınızı ve ben öldükten elli yıl sonra yayımlanmasını sağlayacağınızı biliyorum, aynen söz verdiğiniz gibi.

ARIEL: Sözümüzde duracağımızı da nerden çıkardın?

KATURİAN: Çünkü bence, aslında çok derinlerde şerefli insanlarsınız.

ARIEL: (ayağa kalkar, kudurmuş gibidir) Derinlerde mi?! .iktiğimin derinlerinde mi?

KATURİAN: Bunu yazıp bitirdikten sonra beni dövecek değilsin herhalde. Annemi babamı öldürdüğüm yere geldiydim.

Katurian yazmayı sürdürür. Ariel bir sigara yakar.

Teşekkür ederim.

ARIEL: (Duraksar) Anneni babanı mı öldürdün?

Katurian başıyla evet der.

Bu saçma bir soru gibi gelebilir, ama, eee, niye?

KATURİAN: Iı, Orada ‘Yazar ve Yazarın Ağabeyi’ diye bir öykü var. Gördün mü bilmem.

ARIEL: Gördüm.

KATURİAN: Şey…Bir yapıt belli belirsiz bile otobiyografik olsa nefret ederim. Bana göre, sadece bildiklerini yazanlar, başka bir şey uyduramayacak kadar salaktırlar, yine de ‘Yazar ve Yazarın Ağabeyi’ tam anlamıyla kurmaca olmayan tek öyküm sanırım.

ARIEL: Ya. (Duraksar.) Kaç yaşındaydı o zaman? Başladıklarında yani.

KATURİAN: Sekiz yaşındaydı. Ben de yedi.

ARIEL: Ne kadar devam etti?

KATURİAN: Yedi yıl.

ARIEL: Ve sen onca yıl her şeyi dinledin, öyle mi?

KATURİAN: Sonuna kadar tam tamına neler olup bittiğini bilmiyordum, ama evet.

ARIEL: Sonra da onları öldürdün ha?

Katurian başıyla evet der ve bitirdiği itirafnameyi Ariel’e verir.

KATURİAN: Her ikisinin yüzüne de yastık bastırdım, sonra da evimizin arkasındaki dilek kuyusunun arkasına gömdüm onları. Dilek kuyusu uygun gibi gelmişti. Neyse, ahraz kızın gömülü yer orası işte.

Ariel dosya dolabına gider, içindekileri gözden geçirir.

ARIEL: Çocukluğun mahkemede oldukça yerinde bir savunma olarak kullanılabilir, biliyosun di mi? E, kullanılabilirdi, biz o bokumun mahkemesi kısmını pas geçip sizi bir saat içinde idam etmeseydik tabii.

KATURİAN: Hiçbir şeyi pas geçmek istemiyorum ben. Ben sizden sözünüzde durmanızı istiyorum, o kadar. Dediğinizi yapıp beni öldürmenizi ve dediğinizi yapıp öykülerimi kurtarmanızı.

ARIEL: Bana yarı yarıya güvenebilecen o zaman.

KATURİAN: Sana güvenebilirim.

ARIEL: Bana güvenebileceğini nereden biliyorsun?

KATURİAN: Bilmiyorum. Sende bir şeyler var. Ama bilmiyorum nedir.

ARIEL: Bak sen! Sana söyliim o zaman, bende ne var, biliyon mu? Bende, inanılmaz güçlü ve başka her şeyin önüne geçen bir nefret var…nefret…senin gibilere duyduğum nefret. Onlara…çocuklara en ufak parmaklarını bile sürenlerden nefret. Bununla yatıp bununla kalkıyorum ben. Uykumu kaçırıyor. Benimle birlikte otobüste işe geliyor. ‘Yaptıkları yanlarına kalmayacak’ diye fısıldıyor bana. İşe erken gelirim. Bütün bağlar temiz mi, elektrotlar doğru sırada mı bakarım…boşuna…harcamayalım diye…zamanı. Ne yalan söyliyeyim, bazen güç kullanıyorum fazlasıyla, evet. Bazen de suçu muçu olmayan birine fazlasıyla güç kullanıyorum. Tamamıyla masum biri bu odadan dış dünyaya çıkacak olursa, çocuklara bir daha seslerini yükseltmeyi bile akıllarından geçirmeyeceklerdir, ne olur ne olmaz, belki ben onları duyarım da onları buraya getiririm gene ve yine bir araba dolusu zor kullanırım falan. Bir kanun adamında ahlaki açıdan uygun olmayan bir durum mu bu şimdi? Tabii ki çok sikim bi durum bu! Ama bak sana ne diycem, hiç sikimde diiil.! Çünkü, biliyon mu ben yaşlanınca n’olcak? Küçük çocuklar benim etrafımdan ayrılmayacaklar ve adımı bilcekler, hatta bana teşekkür niyetine şekerlemelerinden vercekler ve ben de onlara teşekkür edip evlerine sağ salim gitmelerini tembih etcem ve tabii ki mutlu olcam. Şekerlerden değil, tatlı sevmem ben, çünkü bilicem aslında…tam şuramda bilecem ki ben olmasaydım onların hepsi orada olmazdı. Çünkü ben iyi bir polisim. Birçok şeyi çözebilen bir polis anlamında değilse de, değilim çünkü, ben bir şeyleri temsil ediyorum diye. Ben bir şeyleri temsil ediyorum. Ben haklıdan yanayım. Ben her zaman haklı olmayabilirim, ama haklının yanındayım. Çocuğun yanında. Senin karşında yani. Bu yüzden işte, doğal olarak, bir çocuğun böyle…’Küçük İsa’ daki gibi yani…öldürüldüğünü duyduğumda…sana bir şey diyeyim mi? Öyküleri gerçek hayatta uygulamanız bi tarafa, sadece böyle öyküler yazdın diye seni işkence yapa yapa gebertirdim. Bi de ne, biliyon mu?

Ariel, dolaptan ucuna elektrotlar bağlı ürkünç kocaman bir pil çıkarır.

…Anan baban sana ne yapmış, kardeşine ne yapmış hiç sikimde değil. Hiç sikim değil. Burada olsalardı, canlarını çıkarana kadar işkence ederdim onlara, aynen şimdi sana yapacağım gibi. Çünkü iki yanlış bi doğru yapmaz. Oonçün, lütfen diz çök bakim şuraya ki seni bu pile bağliyim.

Katurian geri çekilir.

KATURİAN: Gene mi, yapma ya…
ARIEL: Buraya gel, bak lütfen dedim…

Tupolski içeri girer.

TUPOLSKİ: N’oluyor burada?

ARIEL: Herifi şu bataryaya bağlamak üzereyim de.

TUPOLSKİ: E, nedir seni tutan?

ARIEL: Konuşuyorduk.

TUPOLSKİ: Ne konuda?

ARIEL: Hiç.

TUPOLSKİ: Yoksa şu ‘Ben yaşlanınca çocuklar gelip bana şekerleme vercekler’ konuşmanı mı yapıyordun?

ARIEL: Siktir lan.

TUPOLSKİ: (afallar) Ne dedin ne dedin? Bugün sen ikinci seferdir…

ARIEL (Katurian’a) Sen! Buraya diz çök lütfen. Efendilikten anlasana be.

Katurian yavaş yavas Ariel’e doğru gider. Tupolski masada oturur, itirafın geri kalan kısmına göz gezdirir. Katurian diz çöker.

KATURİAN: Peki sana hangisi önce diz çök dedi Ariel, annen mi, baban mı?

Ariel, taş kesilmiş gibi kalakalır. Tupolski ağzı açık bakakalır.

KATURİAN: Tahminimce baban, di mi?

TUPOLSKİ: Aman yarabbi! Ariel ya, şu babanın yediği bokları falan anlattın mı ona yoksa?

ARIEL: Hayır Tupolski, ona şu babamın yediği bokları falan anlatmadım.

TUPOLSKİ: Ne? Ya. Siktir bok. Hep aynı bok.

ARIEL: (Tupolski’ye) Sen bu bokla oynamayı sevdin di mi? Şu ‘problem çocukluk’ bokuyla, ha?

TUPOLSKİ: Hiçbir şeyle oynadığım falan yok benim. Problem çocukluğunu gündeme getirip duran sensin.

ARIEL: Problem çocukluğum hakkında ben hiçbir zaman bir şey demedim. Çocukluğumu tarif etmek için ‘Problem çocukluk’ terimini kullanmazdım zaten.

TUPOLSKİ: Hangi terimi kullanırdın peki Ariel? ‘Babanın .mına koyduğu çocukluk’ nasıl? Yoksa bu bir terim değil mi?

Ariel, biraz titremeye başlar.

ARIEL: Mahkuma birtakım başka bilgiler vermek ister misin Tupolski?

TUPOLSKİ: Burada herkesin, kendi boktan davranışlarını haklı çıkarmak için boktan çocukluklarını kullanmasından bıktım. Benim babam dayak meraklısı bir alkolikti. Ben dayak meraklısı bir alkolik miyim? Evet öyleyim, ama bu benim kişisel seçimim. Bende yalan yok.

ARIEL: Mahkuma işkence etmek istiyorum ben şimdi.

TUPOLSKİ: Evet, şu işkencene dön sen. Amma beklettin garibi.

Ariel, bir yandan konuşur, bir yandan da elektrotları Katurian’a bağlar.

ARIEL: Bugün sınırı aştın Tupolski.

TUPOLSKİ: Mahkumun itirafnamesini okuyorum Ariel, bu davada açık bir kapı bırakmadığımızdan emin olmak istiyorum, anladın mı? Ben işimi yapıyorum. Kendi intikam fantezilerimi doyurmak için lanetli bir sikkafaya işkence yapmıyorum ben anladın mı?

ARIEL: Sınırı çok aştın çook.

TUPOLSKİ: Hadi, elini çabuk tut da işkence yap mahkuma Ariel, lütfeeen. Yarım saat içinde herifi kurşuna dizmemiz lâzım.

Ariel, elektrotları bataryaya bağlar.

KATURİAN: Baban şimdi nerde Ariel?

ARIEL: Tek kelime etme Tupolski! Tek kelime etme!

TUPOLSKİ: Bir şey dediğim yok benim. Herifin itirafını okuyorum. Ben işimi yapıyorum, dedim ya.

KATURİAN: Hapiste mi?

ARIEL: Sen de çeneni kapat lan, sapık!

KATURİAN: Yoksa n’aparsın? Bana işkence yapıp idam mı edersin? (Duraksar.) Hapiste mi?

ARIEL: Şışt, şışş, hışşş…burada dikkatimi toplamaya çalışıyorum…

TUPOLSKİ: Hayır, hapiste değil.

ARIEL: Az önce ben ne dedim ha?

KATURİAN: Tutuklanmadı mı yani?

TUPOLSKİ: Tutuklanamadı.

ARIEL: Tupolski, bak…sohbetin böyle devam etmesi kimsenin hayrına olmayacak.

TUPOLSKİ: Bana da öyle geliyor.

ARIEL: Eveeet, son elektrotu da buraya taktım mııı…son elektrotu da buraya taktım mı…

KATURİAN: Niye tutuklayamadılar onu?

ARIEL: Hişt, hişt, hişt…

KATURİAN: Niye tutuklayamadılar onu?

Ariel kendini elektrotlardan kurtarır ve tam da bataryayı çalıştırmaya başlayacakken, Tupolski, son anda konuşur.

TUPOLSKİ: Çünkü Ariel onu çoktan öldürmüştü de ondan.

Ariel, hafifçe güler, gene titrer. Bataryayı çalıştırmaz.

Eh pek öldürmüş denmez ya, di mi? Daha çok nefsi müdafaa, sorumluluk kaybı, falan filan. Ona takılmak için öldürmüş diyorum ben. Valla, yani ben de gözümü kırpmadan öldürürdüm babamı, sekiz yaşıma girdiğimden beri her hafta çaktırmadan yatağıma girseydi. (Duraksar.) Hım. Babası uyurken yüzüne bir yastık bastırıvermiş. Ya çocuklar, bakıyorum da ne çok ortak noktanız var ya.

Tupolski, masanın üzerindeki itirafnamenin kırışıklıklarını düzeltir.

ARIEL: Şimdi gidip Komutanla konuşcam ve bu soruşturma boyunca senin davranışlarını anlatcam ona. Ta başından beri dikkatimizi toplayamadık, bir belirsizliktir gidiyor. Ta başından beri. Mesela, neydi bütün o ‘göz hizasından görmek’ denen şey? ‘Yandan göz hizası’ falan. O neydi ha? Neydi o?

TUPOLSKİ: Mahkumu asinin saçmalığıyla darmadağın et ve dengesini boz, bütün rehber kitaplarda yazar bu Ariel. Şimdi izninle, şu senin elektrikli çengelli iğnen olmadan mahkumu sorguya çekmek istiyorum. Onçüün Ariel Bey, sence de sakıncası yoksa Katurian Bey’i çözer misin lütfen, dikkatini toplasın istiyorum da.

ARIEL: Ve Komutandan bu soruşturmada senin yerine beni Bir Numara yapsın istiycem, çünkü bu ilk kez olmuyor di mi ya, hem Komutan beni seviyor, öyle dedi ve daha önce de Bir Numaralar değiştirildi, bi de sen azar işitcen ve bu davanın sonunu ben bağliycam. Bu davadaki bütün çözülmemiş düğümleri ben çözücem. Bu davanın defterini ben dürecem..

TUPOLSKİ: Peki, bu davadaki düğümleri çözmek için ilk olarak n’apcan?

ARIEL: E, yapmaya çalışıyordum zaten, sen içeri girmeden önce ve bütün o lafları etmeden önce, ve ilk iş olarak daha önce de belirttiğimiz gibi elektrikle mahkuma işkence yapcaktık, di mi?

TUPOLSKİ: Niye?

ARIEL: Niye mi? Bi sürü götü boklu velet öldürdü de ondan!

TUPOLSKİ: Gördün mü bak. Benim ilk işimse, ona ahraz kızın ölümüne ilişkin birkaç soru sormak olurdu.

ARIEL: Aha?

TUPOLSKİ: İlk sorum da şu olurdu: ‘Katurian Bey, doğru mu acaba…’ böyle başlardım sormaya, yani resmiyet kazansın diye, ‘siz ve ağabeyinizin “Küçük İsa” adlı öyküyü canlandırmaya çalışırken bir noktada küçük bir kızın başına dikenlerden yapılma bir taç giydirdiğiniz doğru mu?’

KATURİAN: Evet doğru.

TUPOLSKİ: Doğru. İkinci sorum da şu olurdu: ‘Bunu, kızı dokuz uçlu kırbaçla dövmeden önce mi, yoksa sonra mı yaptınız?’

KATURİAN: Sonra.

ARIEL: Bunları biliyoruz zaten.

TUPOLSKİ: Üçüncü sorum da şöyle olurdu: ‘Ondan sonra da kızın sırtına koca bir haç yerleştirip onu ortalıkta dolaşmaya zorladınız mı ve bilahare onu bu çarmıha çivilediniz mi?

KATURİAN: Evet, bunu da yaptık.

TUPOLSKİ: Bunu da yaptınız. Peki, bütün bunların üstüne tüy dikmek ister gibi, küçük kızın döşüne de o siktiğimin mızrağı sapladınız mı?

KATURİAN: Evet, onu da yaptık. Çok utanıyorum.

TUPOLSKİ: Sonra da kızı gömdünüz mü?

KATURİAN: Evet.

ARIEL: Bunları biliyoz zaten dedim.

TUPOLSKİ: Öyküde kız gömüldüğünde hâlâ canlı. Gömdüğünüzde kız hâlâ canlı mıydı, yoksa ölü müydü?

KATURİAN: (Duraksar) Ne?

TUPOLSKİ: Gömdüğünüzde kız hâlâ canlı mıydı, yoksa ölü müydü?

Katurian bir cevap aranır, ama verecek bir cevabı yoktur.

KATURİAN: (usulca) Bilmiyorum.

TUPOLSKİ: Efendim?

KATURİAN: Bilmiyorum.

TUPOLSKİ: Bilmiyor musun? Gömdüğünüzde canlı olduğunu mu bilmiyorsun, yoksa ölü olduğunu mu bilmiyorsun? Ha Ariel? Komutan dostuna giderken, yolun üstündeki arama ekiplerine de haber versen bi yol, ellerini çabuk tutsunlar, kazıp da çıkarmalarını isteyeceğimiz ahraz kız hayatta olabilir. Sağolasın yavrum.

Ariel, ona şöyle bi bakar, sonra da odadan dışarı fırlar. Tupolski, yerde dizleri üstündeki Katurian ve batarya etrafında gezinir.

Nasıl bilmezsin?

KATURİAN: Anlamak zordu. Pek nefes almıyordu. Galiba ölmüştü. Galiba. Ya da şimdiye kadar ölmüştür di mi, yani onca şeyden sonra.

TUPOLSKİ: Öyle mi? Ölmüş müdür? Bilmiyorum. Ben küçük bir kızı hiç çarmıha gerip sonra da onu bir tabuta koyup gömmedim. Bilmiyorum.

Tupolski, bataryanın telleriyle oynamaya başlar. Katurian kendisini şoka hazırlar. Tupolski elektrotları çıkarır ve yerine döner.

Sanırım ölmüştü. Sanırım. Ama bilmiyorum. Adli tıpçılara sen anlatırken dank etti kafama. Bütün söylediğin “Küçük İsa” öyküsünü canlandırdığınızdı. Bu Ariel için yeterli olabilir. ‘Pardon Memur Bey, ben yaptım:’ Bızzzt! Benim için yeterli değil ama. Gördüğün gibi, Ariel bir polis. Polisler, polislik yapar. Polis köpekleri koku alır, izler. Ben dedektifim. Ara sıra, her şeyi dedek dedek etmeyi severim, anlarsın ya.

KATURİAN: Öldüğünden eminim.

TUPOLSKİ: Yeterince emin değilsin ama ha? (Duraksar.) Yahu, bir zamanlar ben de bir öykü yazmıştım. Kimi yönlerden dünya görüşümü özetliyordu. Dur yav, yok, dünya görüşümü falan özetlemiyordu. Benim bir dünya görüşüm yok. Bana göre dünya bir bok çuvalı. Buna da dünya görüşü denmez di mi? Denir mi yoksa? Hımmm. (Duraksar.) Her neyse, bir zamanlar bu minik öyküyü yazmışım, ya bir dakika, dünya görüşümü özetlemiyorsa bile, bu dedektiflik işine bakışımı ve bu dedektiflik işimin dünyanın geri kalanıyla ilişkisini özetliyor. Evet bu işte. Sen niye hâlâ dizlerinin üzerindesin?

KATURİAN: Bilmem.

TUPOLSKİ: Çok salak görünüyorsun.

KATURİAN: Evet.

Tupolski sandalyeye işaret eder. Katurian, son elektrotları çıkarır ve sandalyeye oturur.

TUPOLSKİ: Ee, öykümü dinlemek istiyor musun?

KATURİAN: Evet.

TUPOLSKİ: Hayır diyecek halin yok ya.

KATURİAN: Hayır.

TUPOLSKİ: Hayır. Peki. Benim öykümün başlığı…Neydi başlığı? Öykümün başlığı… ‘Uzun, Upuzun Tren Rayları Üstündeki Küçük Sağır Oğlanın Öyküsü. Çinde’. (Duraksar.) Ne?

KATURİAN: Ne?

TUPOLSKİ: Sence bu iyi bir başlık değil mi?

KATURİAN: İyi bir başlık, gerçekten, evet.

TUPOLSKİ: (Duraksar) Ya sahiden, beğenmediysen söyle. Tam izin sana, beni incitse de doğruyu söyle.

KATURİAN: Galiba bu şimdiye kadar duyduğum en kötü başlık. İçinde iki tane virgül var. Başlıkta iki virgül olmaz. Başlıkta bir virgül bile olmaz. Bu başlıkta nokta bile olabilir yahu. Deli bu başlık, zırdeli.

TUPOLSKİ: (Duraksar) Belki de zamanından çok ilerde bir başlıktır.

KATURİAN: Belki öyledir. Belki çok ilerde bizleri rezillikler beklemektedir. Bak bu yeni bir şey olabilir işte.

TUPOLSKİ: Olabilir.

KATURİAN: Bana göre berbat bir başlık bu.

TUPOLSKİ: Anlaşıldı, anlaşıldı! Doğruyu söyle diye verdiğim izni geri alıyorum ve çok şanslısın ki suratının ortasına bir tokat yemedin. (Duraksar.) Tamam. Nerede kalmıştım?

KATURİAN: Sağır Oğlan. Uzun, Upuzun Raylar. (Duraksar.) Afedersin.

TUPOLSKİ: (Duraksar) Evet, işte, bir varmış, bir yokmuş, bir zamanlar küçük sağır bir oğlan varmış, bu oğlan hiçbir şey işitemiyormuş, hani sağır çocuklar genellikle duymazlar ya, öyle işte, ha evet, olay Çin’de geçiyor, bu durumda oğlan da sağır Çinli bir çocuk oluyor. Niye Çin’de geçsin istedim bilmiyorum. Yok, yok biliyorum. Küçük Çinli çocukların bakışlarını çok seviyorum, çok komik oluyorlar. (Güler.) Her neyse, bir gün bir yerlerden eve yürüyormuş yüzlerce kilometre uzunluğundaki tren rayları boyunca ve ovalar boyunca, Çin ovaları boyunca dümdüz, bilirsin, hiç ağaç mağaç yok, hiçbir şey mişey yok, sadece bu .mına koduğumun uçsuz bucaksız ovaları, sonra işte çocuk bu raylar boyunca yürüyor ve bu küçük oğlan belki de birazcık geri zekalı, belki de zihinsel engelli küçük bir Çinli sağır oğlan bu işte, çünkü hani sağır ve tren rayları boyunca yürüyor ya. Nasıl tehlikeli di mi? Ya bi tren gelse, arkasından arkasından? Hiç duymaz, ezilir gider allama. İşte, ondan yani, geri zekalıdır belki dedim. Tamam, evet, bi tane bu küçük Çinli sağır çocuk varmış, uzun, upuzun tren rayları boyunca evine doğru yürüyormuş ve tahmin et n’olmuş? O .mına koduğumun koca treni onun arkasından arkasından gelmeye başlamamış mı? Ama raylar çok uzun olduğundan, ona çapmasına epey vakit varmış, ama ona çarpcakmış. Bu tren o kadar hızlı gidiyormuş ki makinist onu görse bile vaktinde fren miren yapamazmış. Bu çocuk da öyle kolay kolay göze çarpcak bi çocuk değilmiş, biliyon mu? O sevimli cin gibi Çinli çocuklar var ya hani, aynen onlar gibiymiş işte, sahiden küçükmüş. Saçları da dik dik olur di mi onların? Hah işte, onlardan. Makinist işte bu yüzden onu göremeyecek bile. Ama biri görmüş onu. Kim görmüş çocuğu biliyon mu? E, çocuğun gittiği yönde, bir iki kilometre ilerde, bu tuhaf eski kule varmış, sen de yüz, ben diyim 200 metre yüksekliğindeymiş, kulenin tepesinde de bu garip yaşlı Çinli yaşarmış, şu uzun Çinlimsi bıyıkları da oluyor ya hani, şöyle hafif şehla gözler, wa wa wa…sonra da o komik küçük şapkalardan bi tane de kafasında…Kimi diyormuş bu adam çok ama çok zeki, ama kimileri de diyormuş bu adam biraz ucube gibi çünkü, işte ya, o kulenin tepesinde yaşıyormuş ya, ondan. Her neyse, yıllar yıllar boyunca kimse onunla konuşmamışmış. Kimse bilmiyormuş hayatta mıdır, değil midir. E tabii, bu öyküde yer aldığına göre hayattaymış di mi? Neyse işte o kulesinde oturmuş matematik hesaplarını falan yapıyormuş, çeşitli tasarımlar, çizimler, çeşitli icatlar falan yapıyormuş, ne bileyim işte, henüz icat edilmemiş şeyler icat ediyormuş, sonra bi de duvarlarında ve odasının her yanına dağılmış milyonlarca kağıt parçaları ve notlar, işte bütün o ıvır zıvır varmış. Aşağıda da dünya. Bütün o hesaplarından, tasarımlarından başka umursadığı hiçbir şey yokmuş. Ama küçük penceresinden dışarı baktığında ne görsün, ona doğru yaklaşan sağır bir çocuk, ve neredeyse iki mil uzaklıkta da bu çocuğa bir tren güldür güldür yaklaşmıyor muymuş. Ve yaşlı adam durumu hemen ve tam tamına hesaplayıp değerlendirmiş: ‘Demiryolunda yürüyen sağır bir oğlan var. Bu sağır oğlan arkasından gelen treni duymayacak. Bu küçük sağır oğlan ezilip paramparça olacak.’ Bu yüzdeeen…

KATURİAN: Küçük oğlanın sağır olduğunu nasıl anlamış?
TUPOLSKİ: (Duraksar) Ha?
KATURİAN: Küçük oğlanın sağır olduğunu nasıl anlamış?
TUPOLSKİ: (biraz düşündükten sonra) Kulağındaki dinleme cihazını görmüş.

Katurian gülümser, başıyla olumlar durumu. Tupolski rahatlamıştır, derin bir oh çeker.

Burayı kafadan attım…Neyse, sağır çocuğu ve treni görür ama normal bir insanın yapacağı gibi bir koşu aşağı inip çocuğu kurtarmaya çalışayım falan diye dertlenip telaşlanmaz çünkü isterse ona yeterince yakın olduğunu biliyormuş. Peki n’apar? Hiçbir şey. Küçük bir kağıt üzerinde bir hesap yapmaktan başka hiçbir şey, öyle işte, eğlencesine, küçük bir hesap yapar işte, sanırım trenin hızı, tren raylarının uzunluğu, küçük oğlanın küçük bacaklarının yürüme hızı…trenin küçük çocuğun kıçını bir hızar makinesi gibi ne zaman darmadağın edeceğini hesaplamış. Küçük oğlan yürümeye devam etmiş, olan bitenden habersiz tabii, tren de gümbür gümbür yaklaştıkça yaklaşıyormuş ona, ve çocuk kulenin dibinden tam otuz metre uzaktaymış ki yaşlı adam hesaplarını bitirmiş ve oğlan kulenin dibine tam on metre uzaklıktayken trenin ona çarpacağını hesaplamış. Kulenin dibinden on metre uzaklıktayken. Sonra yaşlı adam bir şeyler mırıldanmış sanki pek ilgilenmiyormuş gibi, hesap kitaplarını yaptığı kağıdı katlayıp bir uçak yapmış, uçağı pencereden dışarı fırlatıp işine dönmüş, bir daha da sağır oğlana kafa yormamış hiç. (Duraksar.) Kulenin dibinden on bir metre uzaktayken küçük sağır oğlan demiryolu raylarının üzerinden fırlamış, kağıttan uçağı tutmak için. Tren de onu ıskalayıp gümbür gümbür geçip gitmiş.

Katurian gülümser.

KATURİAN: Çok iyi öykü.

TUPOLSKİ: ‘Çok iyi öykü.’ Bu öykü, senin zırvalarının topundan daha iyi. ‘Götü boklu beş yaşındaki bir veledi şişlemenin yüz bir yolu’?

KATURİAN: Hiç de benimkilerin hepsinden iyi değil, ama çok iyi öykü.

TUPOLSKİ: Afedersiniz beyefendi ama yanlış hatırlamıyorsam bana o boktan dilini uzatma iznini kaldırmıştım, di mi? Benim öyküm seninkilerin hepsinden iyi işte.

KATURİAN: Evet öyle ve ben daha az iyi öykülerimi dosyamda güven içinde koruyacağın için sana müteşekkirim.

TUPOLSKİ: Hımm.

KATURİAN: (Duraksar) İyi de bu öykü senin dünya görüşünü nasıl özetliyor ki? Ya da dedektiflik işini, ya da neyse?

TUPOLSKİ: Ya anlamıyor musun? (gururla) O yaşlı adam var ya o yaşlı adam, o beni temsil ediyor. Bütün gün kulesinde durmuş hesaplarını yapıyor, diğer insanlarla hiçbir yakınlığı yok. Küçük sağır gerzek oğlan çıkar gelir ya, o işte benim insanlarımı temsil ediyor, anladın mı? Her bi boktan bihaber geliyor, .mına koduğumun treninin geldiğinden bile haberi yok, ama ben biliyorum trenin geldiğini, hesaplarım kusursuz ya, sonra da zamanlaması harika o attığım kağıt uçak, o salağı trenden kurtarcam, halkımı o canilerden koruyacağım, sonra da bir tek teşekkür sözcüğü bile duymayacağım. O küçük sağır oğlan yaşlı adama teşekkür etmedi, etti mi? .iktiğimin kağıttan uçağı ile oynadı durdu. Ama bunun önemi yok, ben teşekkür meşekkür istemiyorum. Bütün bilmek istediğim şu: benim bir dedektif olarak çabalarım sayesinde o küçük çocuk trenden kurtulacak. (Duraksar.) Tabii senin davana benzese, bu sefer benim tren makinistinin izini sürmem gerekecekti çünkü götüboklunın pestilini çıkarmış olacaktı, üstelik bi de aynısı gerisin geri arkadaşlarının başına gelecekti falan.

KATURİAN: (Duraksar) Öyleyse, yaşlı adam küçük oğlan uçağı yakalasın diye oradaydı.

TUPOLSKİ: Evet.
KATURİAN: Ya.

TUPOLSKİ: Ne yani, bunu anlamamış mıydın?

KATURİAN: Yo, çocuk uçağı öylesine yakalayıverdi sandım, tesadüf gibi yani.

TUPOLSKİ: Hayır, hayır. Yaşlı adam çocuğu kurtarmak istiyordu. Uçağı bunun için attı zaten.

KATURİAN: Yaa.

TUPOLSKİ: Kağıttan uçak atmakta gerçekten ustaymış. Her şeyde ustaymış o.

KATURİAN: İyi de, sonra hiç umursamıyormuş gibi arkasını dönmüyor muydu?

TUPOLSKİ: Hayır. Arkasını dönüyor çünkü kağıttan uçak atma ustası ya, dönüp de uçağın nereye gittiğine bakmaya ihtiyacı yok onun; bir de her şeyden çok şeyi biliyor: ‘Aa, bu zeka engelli bir çocuk. Onlar kağıttan uçaklarla oynamaya bayılırlar, di mi? Zıplayıp kağıdı tutacaktır, kesin.’ (Duraksar.) Burası anlaşılmıyor muydu?

KATURİAN: Sanırım daha açık ve seçik olabilirdi.

Tupolski başıyla onaylar, bu konuda düşünür, sonra kendi yerini düşünür.

Nasıl daha açık ve seçik yapılabilir ben biliyorum…

TUPOLSKİ: Bi dakika, bi dakika! Senden edebiyat danışmanlığı falan istemiyorum ben!

KATURİAN: Yok, ben sadece yani…

TUPOLSKİ: Belki diyorum sen üç gün önce canına okuduğun küçük kız canlı mıydı ölü müydü açık ve seçik bilebilirdin onu gömmeden önce. Sanırım bu açık ve seçik hale getirilebilirdi. Belki de birazdan öyle kızacam ki sana ne sözü vermişiz aldırmadan öykülerini yakıp kül edecem desem daha açık ve seçik hale gelir mi acaba?

Tupolski öyküleri ve birkaç da kibrit çöpü alır.

Şimdi daha açık ve seçik oldu mu?

KATURİAN: Lütfen Tupolski. Öykün gerçekten iyiydi.

TUPOLSKİ: Benim öyküm senin öykülerinin hepsinden daha iyiydi.

KATURİAN: Senin öykün benim öykülerimin hepsinden daha iyiydi.

TUPOLSKİ: Hem yaşlı adamın küçük sağır oğlanı kurtarmak istediği de aşikardı.

KATURİAN: Gün gibi aşikardı.

TUPOLSKİ: (Duraksar) Sışştıımın öykünün sonunda sağır oğlan ölmedi ya, sen ondan sevmedin öykümü!

KATURİAN: Öykünü sevdim Tupolski, yeminle. Bunun da bir şeyle ilgisi yok. Öykülerimin yakılmasıyla falan yok bi ilgisi. Gerçekten sevdim öykünü. Ben yazsam gurur duyardım. Valla duyardım.

TUPOLSKİ: (Duraksar) Öyle mi?

KATURİAN: Evet.

Suskunluk. Tupolski öyküleri bırakır.

TUPOLSKİ: Zaten yakmayacaktım. Ben sözümün eriyim. Öteki sözünün eri olursa, ben de sözümün eriyimdir.

KATURİAN: Biliyorum. Buna saygı duyarım. Saygı duymuşum duymamışım umurunda olmayabilir ama her halükarda saygı duyarım buna.

TUPOLSKİ: Buna saygı duymana saygı duyuyorum. Aman pek şeker olduk be. Yirmi dakika sonra beynine bir kurşun sıkacak olmam ne utanç verici ya.

Tupolski gülümser. Katurian uzun süredir ilk kez ölümünü getirir aklına.

KATURİAN: Hım.

Tupolski gülümsemeyi keser. Suskunluk.

TUPOLSKİ. Yo, yani ben…Bazı öykülerin çok iyi. Bazılarını sahiden sevdim.

KATURİAN: Hangilerini?

TUPOLSKİ: (Duraksar) ‘Yastıkadam’ mesela, bu öyküden bende kalan bir şeyler oldu. İncelikli bir şey vardı onda. (Ara.) Bir de…bi çocuğun ölürken, yalnız, bi kazada falan, aslında yalnız olmadığı fikri. Yanında bu kibar, yumuşak insan var, onun elini tutuyor falan işte. Sonra, bu bir şekilde çocuğun seçimi oluyor ya. Bi şekilde temin ediyor bizi her nasılsa. Bunun salak bir cinayet olmadığı konusunda yani.

KATURİAN: (başıyla onaylar. Ara) Senin hiç çocuğun öldü mü?

TUPOLSKİ: (Duraksar) Yaşlı Ariel’in tersine, lanetlilerle böyle haşır neşir olmam ben.

Katurian başıyla onaylar. Hüzünlü bir suskunluk.

Oğlum boğuldu. (Suskunluk.) Kendi başına balık tutuyordu. (Duraksar.) Salak.

Katurian başıyla olumlar. Tupolski bataryayı gerisin geri dolaba koyar.

KATURİAN: Buradan sonra n’apıyoruz peki?

TUPOLSKİ: Ahraz kız hakkındaki sohbete dönüyoruz…

Tupolski dolaptan siyah bir başlık çıkarır, önünü arkasını özenli özenli Katurian’a
gösterir.

…bu başlığı kafana geçiriyoruz, seni yandaki odaya götürüyoruz ve kafana bir kurşun sıkıyoruz. (Duraksar.) Oldu mu? Hayır. Seni yandaki odaya götürüyoruz, sonra giydiriyoruz başlığı, sonra da kafana bir kurşun sıkıyoruz. Başlığı kafana önce geçirirsek, yandaki odaya giderken kafanı bir yere çarpıp kendini yaralayabilirsin, belli mi olur.

KATURİAN: Niye yandaki oda? Burada niye olmuyor?

TUPOLSKİ: Yandaki odanın temizliği daha kolay.

KATURİAN: (Duraksar) Bu işi pat diye ansızın mı yapıyorsun, yoksa bana bir dua falan için bir dakika falan veriyor musun?

TUPOLSKİ: Ee, ben önce küçük bir midilli hakkında bir şarkı söylerim, sonra Ariel kirpisini çıkarır. Onun infaz kirpisini bilmiyorsun sen, di mi? Kirpisi çıktı mıydı, ee, ya on üç ya da yirmi yedi saniyen kalmıştır, kirpinin büyüklüğüne bağlı bu. (Duraksar.) Pat diye ansızın yapacaksam, pat diye ansızın yapacağımı sana söyleyeceğimi sanıyorsun öyle mi? Allahım!! Senin gibi dahi sayılan yazardan-bozma-deli-katil için biraz fazla kalın kafalısın ha! (Duraksar.) Başlığı kafana geçirdikten sonra yaklaşık on saniyen var demektir. Bu yüzden, aman o Latince dualarını kısa kesmeye bak.

KATURİAN: Teşekkür ederim.

TUPOLSKİ: Rica ederim.

Tupolski başlığı Katurian’ın önündeki masanın üstüne atar. Suskunluk.

KATURİAN: Yok, ben sadece abim için birkaç dua falan…

TUPOLSKİ: Bak sen? Abin için öyle mi? Öldürdüğün üç çocuk için değil de abin için demek.

TUPOLSKİ: Evet öyle. Öldürdüğüm üç çocuk için değil de abim için.

Kapı açılır, Ariel girer, afallamış ve durgun bir yüz ifadesiyle. Yavaş yavaş Katurian’a doğru yürür.

TUPOLSKİ: Kızı buldular mı?

Ariel, ödü kopmak üzere olan Katurian’ın yanına varır. Ariel Katurian’ın başına bir elini kor ve saçından tuttuğu gibi başını geri doğru çeker ve nazik bir tavırla ona tepeden bakar.

ARIEL: (usulca) Senin derdin ne? Allah aşkına, senin derdin ne ya?

Katurian cevap veremez. Ariel onu nazikçe serbest bırakır ve yavaş yavaş kapıya gider.

TUPOLSKİ: Ariel?

ARIEL: Hı?

TUPOLSKİ: Kızı buldular mı?

ARIEL: Evet, buldular.

TUPOLSKİ: Ölmüş di mi?

Ariel kapıya varır.

ARIEL: Hayır.

Katurian ellerini dehşet içinde başına götürür.

TUPOLSKİ: Hâlâ hayatta mıymış?

Ariel, kapı önündeki birine bir işaret yapar. Yaklaşık sekiz yaşında, yüzü, saçı, elbiseleri ve ayakkabıları tamamen parlak yeşile boyanmış ahraz bir kız çocuğu mutlu mutlu içeri girer. İşaret dilinde odadaki iki kişiye merhaba der.

ARIEL: Orada dilek kuyusunun dibindeki bir oyuncak ev içinde bulmuşlar. Yanında da üç tane domuzcuk varmış. Yeterince yiyecek ve içecek varmış yanında. Domuzcukların da varmış yiyeceği. Çok mutlu aslında, di mi Maria?

Ariel işaretlerle ‘Mutlu musun?’ diye sorar. Kız, gülümser ve işaretle biraz gecikmeli cevap verir.

Evet diyor, çok mutluymuş ama domuzcuklar onda kalabilir miymiş? (Duraksar.) Sana soracağımı söyledim.

Tupolski öylece ikisine şaşkın şaşkın bakar durur. Suskunluk.

Domuzcuklar konusunda sana soracağımı söyledim dedim.

TUPOLSKİ: Ne? Ha. Tabii, domuzcuklar onda kalabilir.

Ariel iki başparmağını havaya kaldırıp oldu bu iş der. Kız neşeyle zıplar, ortalıkta domuz gibi çığlıklar atarak koşturur. Katurian biraz gülümser.

ARIEL: Tamam tamam, ama önce seni bir güzel temizleyelim ve de annene babana kavuşturalım. Meraktan ölmesin garipler.

Ariel kızın elini tutar. Kız odadakilere mutlu mutlu el sallar ve Ariel kızı odadan çıkarır. Tupolski’nin ve Katurian’ın yüzleri usulca kapıdan birbirlerine doğru döner. Bir saniye sonra, Ariel yavaşça içeri girer ve kapıyı arkasından kapatır.

Kızın yanında kocaman bir kutu dolusu yeşil boya bulmuşlar, hani şu tren yolu tünellerinde karanlıkta parlayan cinsten. Bu yüzden, istemediğimiz kadar çok parmak izi falan buluruz. Anne babanın iskeletlerini de dediği gibi dilek kuyusunun yanında bulduk. Böyle. Haklarında hiçbir şey bilmediğimiz iki kişiyi öldürdüğünü itiraf ediyor, bir de aslında öldürülmemiş bir kızı öldürdüğünü itiraf ediyor.

TUPOLSKİ: Niye?

ARIEL: Niye? Bana mı soruyorsun niye diye?

TUPOLSKİ: Evet, sana soruyorum.

ARIEL: Öyle mi? Ya Tupolski, bak ne diyecem sana? Bir Numara sensin. Sen biliver şu boku.

TUPOLSKİ: Bugün bir daha haddini bilmezlik ettiğini görmiycem Ariel.

ARIEL: E, şey, bal gibi görcen.

TUPOLSKİ: Bu durumda, şu andan itibaren Komutan’a rapor edileceksin.

ARIEL: Küçük kızın hayatta olduğuna pek sevinmiş görünmüyorsun! Bu herif bile kız hâlâ hayatta diye sevindi! Senin evrak işlerini karıştırdı diye tepen atmışa benziyorsun!

Tupolski, öyküler içinde özellikle birini bulmaya çalışıyormuş gibi aranır.

TUPOLSKİ: Gün gibi ortada, kız yeşile boyanmış ve küçük domuzlarla aynı yere konmuş ki canlandırabilsin şeyi…

ARIEL: ‘Küçük Yeşil Domuz’ adlı öyküyü. Harika Tupolski. Bunu yeşil boyadan ve domuzlardan anlamış olmalısın. Soru şu, niye? Niye onu da öldürmediler? Ve de niye öldürdüm dedi?

TUPOLSKİ: Şışt, öyküyü bir daha okuyorum, bakayım bir ipucu var mı?

ARIEL (güler) Kendisine sorsak!

TUPOLSKİ: Sana bu öyküyü okuyorum dedim!

ARIEL: (Katurian’a) Sağır kız niye hala canlı, bizi bu konuda biraz aydınlatır mıydın?

KATURİAN: (Duraksar) Hayır. Hayır yapamam. Ama hayatta olduğuna sevindim gene de. Çok sevindim.

ARIEL: Hayatta olduğuna sevindiğine inanıyorum. Şu heriften daha sevinçli olduğundan da eminim. Yeni sahip olduğum bir kambura dayanarak sana bir soru daha soracağım, ya kamburum da olmaya başladı. Sanırım Tupolski Bey’in dedektiflik istidadı bana da bulaştı. Küçük Öteki oğlan vardı ya hani, ayak parmaklarını kesmiştin de çocuk kanamadan ölmüştü. Saçı ne renkti onun?

KATURİAN: Ne?

ARIEL: Saçı ne renkti?

KATURİAN: Kahverengimsi siyah. Kahverengimsi de siyah gibi bir renkti.

ARIEL: ‘Kahverengimsi de siyah gibi bir renkti.’ Çok iyi. Çocuğun küçük bir Öteki olduğunu düşünecek olursak, ‘Kahverengimsi de siyah gibi bir renkti.’ Çok iyi valla. Ne yazık ki anası İrlandalı, oğlu da .mına koduğumun bir seter köpeği gibi kızıldı. Çöplükte bulunan kız hakkında ayrıntı ister misin?

KATURİAN: Hayır.

ARIEL: Hayır çünkü o iki veledi de sen öldürmedin, öyle di mi?

KATURİAN: Hayır.

ARIEL: Sen o iki veledi görmedin bile, di mi?

KATURİAN: Hayır.

ARIEL: Abine onları öldürmesini mi söyledin?

KATURİAN: Bütün bunlardan bugüne kadar hiç haberim olmadı benim.

ARIEL: Annenle babanı da mı abin öldürdü?

KATURİAN: Onları ben öldürdüm.

ARIEL: Seni mesul tutabileceğimiz tek cinayet abin. Vahameti giderek azalan duruma bakacak olursak, bu cinayet için de idam edileceğini hiç sanmam. Bu yüzden, çok iyi düşün derim ben, bir cinayeti üstlenmeden önce…

KATURİAN: Annemi babamı ben öldürdüm. (Duraksar.) Annemi babamı ben öldürdüm.

ARIEL: İnanıyorum sana. (Duraksar.) Ama sen çocuk mocuk öldürmedin hiç, di mi?

Katurian, başını düşürür biraz ve hayır anlamına sallar.

Tanık senin Tupolski.

Ariel bir sigara yakar. Soğukkanlılığını yeniden kazanan Tupolski yerine oturur.

TUPOLSKİ: Çok iyi iş çıkardın Ariel.

ARIEL: Teşekkür ederim Tupolski.

TUPOLSKİ: Neyse, ama ben küçük kızın hayatta olduğuna gerçekten çok sevinmiştim. İş başındayken gerçek duygularımı belli etmemeye çalışıyordum, o kadar.

ARIEL: Ya, tabii tabii…

TUPOLSKİ: Tabii? (Duraksar.) Hımm. Ee, kişisel merakımdan soruyorum, hani sizi üç kişiyi öldürdüğünüz için idam etmeden önce, çocuk cinayetlerini niye üstlendiniz Katurian Bey?

KATURİAN: Michal’i öldürdüğümü ortaya çıkardınız. Üçüncü çocuğu bulur bulmaz da annemle babamı öldürdüğümü ortaya çıkaracaktınız. Belki dedim, hepsini üstlenirsem, e benden istediğiniz de buydu, öykülerimi kurtarırım belki dedim. En azından bu kalırdı bana. (Suskunluk.) En azından bu kalırdı bana.

TUPOLSKİ: Hımm. Çok yazık o zaman.

KATURİAN: Ne çok yazık?

TUPOLSKİ: Bizim senin öykülerini kurtarırız diye söz verişimiz bütün bu olan biten üzücü olayları senin doğru itiraflarla karşılamana bağlıydı. Az önce bize öteki iki çocuğu öldürmediğini anlatışına ve de .mına koduğumun odamın zeminine şu yeşil boyandan bulaştığına bakacak olursak şurası aşikar ki senin itirafların tamamiyle doğru değilmiş, di mi? E bu yüzden de, madem itirafların doğru değil, görünen o ki öykülerin yanıp kül olacak.

Tupolski, çöp tenekesini alır, içine çakmak benzini döker, kibriti alır.

KATURİAN: Ciddi olamazsın.

TUPOLSKİ: İşte başlığın. Giy lütfen. Bir yangın başlatmaya çalışıyorum.

KATURİAN: Ariel, lütfen…?

TUPOLSKİ: Ariel? Şerefli iki insan olarak biz ona doğru bir itirafta bulunduğu takdirde öykülerini yakmayacağımıza söz vermedik mi?

ARIEL: Allahım ya, Tupolski…

TUPOLSKİ: Doğru mu değil mi, ona öykülerini yakmayacağımıza söz vermedik mi, doğru bir itirafta bulunduğu takdirde?

ARIEL: Evet, doğru.

TUPOLSKİ: Öldürmediği bir Öteki çocuğu öldürdüğünü itiraf etti mi peki?

ARIEL: Evet etti.

TUPOLSKİ: Sonra, öldürmediği bir kızı jilet yutturarak öldürdüm diye itiraf etti mi?

ARIEL: Evet etti.

TUPOLSKİ: Hatta o sinir bozucu yeşil veledi öldürdüğünü de itiraf etmedi mi, ulan üstelik ölü bile değil di mi?

ARIEL: Evet, onu da itiraf etti.
TUPOLSKİ: Bu durumda, Katurian Bey’in öykülerini yakmak biz şerefli insanların hakkı olmuyor mu?

KATURİAN: Ariel…

ARIEL: (üzgün üzgün) Öyleyiz, haklarımız dahilinde.

TUPOLSKİ: Öyleyiz, haklarımız dahilinde. Demek burada yaklaşık dört yüz öykü var ha, The Libertad’da yayımlanan iki üç öyküyü de sayarsak hayatının bütün işi burada demek, di mi? Hayatının bütün işi demek bu.

Tupolski öyküleri eliyle tartar.

Pek de bir şey değilmiş canım. Öykülerinin üzerine çakmak gazı mı döksem ki, yoksa bu biraz tehlikeli mi olur? Elimi falan yakarım, neme lâzım.

KATURİAN: Ariel lütfen…

TUPOLSKİ: Sana başlığı giy dedim.

Tupolski teneke içinde ateş yakar, öyküleri hâlâ elinde tutmaktadır.

KATURİAN: Ariel!!

TUPOLSKİ: (Duraksar) Ariel?

ARIEL: (Duraksar) Bütün bunlar senin hatan değil, biliyorum. Çocukları öldürmediğini biliyorum. Abini öldürmek istemedin, biliyorum ve biliyorum ki anneni babanı haklı sebeplerden öldürdün, ama sana acıyorum, sana gerçekten acıyorum Katurian, bunu daha önce hiçbir tutukluya dememiştim. Ama günün sonuna geldik, artık rahat rahat söyleyebilirim, senin öykülerini ta başından beri hiç ama hiç sevmedim ben. Yani.

Ariel, öyküleri Tupolski’den alır.

Başlığı giysen iyi olur.

Katurian başlığı giymek için ilerler, sonra durur.

KATURİAN: Hani beni önce yandaki odaya götürcektiniz de başlığı da orada giyecektim?

TUPOLSKİ: Yooo, seni burada vuracağız. Ben sadece dalga geçiyordum. Şurada bir yere diz çök de üstüm başım kirlenmesin.

KATURİAN: Başlığı taktıktan sonra on saniye vercek misin gerçekten, yoksa onu da mı dalga geçmek için dedin?

TUPOLSKİ: Iıııı…

ARIEL: Sana on saniye vereceğiz…

TUPOLSKİ: Vercez, sana on saniye vercez, şaka yapıyorum, şaka.

Katurian yere diz çöker. Tupolski silahını çıkarır ve horozunu çeker. Katurian üzgün üzgün Ariel’e bakar.

KATURİAN: Ben iyi bir yazardım. (Duraksar.) Hayatta tek istediğim buydu benim, iyi bir yazar olmak. (Duraksar.) Ve oldum. Ve oldum.

TUPOLSKİ: ‘Oldum’ burada etkin sözcük oluyor di mi?

KATURİAN: (Duraksar) Evet. ‘Oldum’ etkin bir sözcük oluyor.

Katurian başlığı kafasına geçirir. Tupolski nişan alır.

TUPOLSKİ: On. Dokuz. Sekiz. Yedi. Altı. Beş. Dört…

Tupolski, Katurian’ın başına bir kurşun sıkar. Katurian cansız yere yığılır, başlığından kan sızar.

ARIEL: Ya, bunu niye yaptın?

TUPOLSKİ: Neyi niye yaptım?

ARIEL: Ona on saniye vercem dedin. Hiç hoş değildi bu yaptığın.

TUPOLSKİ: Ariel, kafasına torba geçirmiş birinin kafasına bir kurşun sıkmanın tam olarak nesi hoş olabilir ki?

ARIEL: Olsun, gene de…

TUPOLSKİ: Bana bak, bir gün için çok fazla mızıldandın sen. Neyin var senin ha? Davayı temizledik, di mi? Neresinden bakarsan bak, temizlemedik mi?

ARIEL: Sanırım.

TUPOLSKİ: Bu da, sen yetmişine gelince daha çok şekerlemen olacak demek, di mi?

Ariel iç geçirir.

Bana bak, bir an önce şu evrakı hazırlat, bu odayı temizlet ve öyküleri de yaktırt. Tamam mı? Ben de gidip şu kızın annesiyle babasıyla konuşayım, domuzları görünce şaşırmasınlar.

Tupolski çıkar. Ariel, ateşe biraz da çakmak gazı ekler, sonra avuçlarının içindeki öykü yığınına bakar. Ölmüş Katurian yavaşça ayağa kalkar, başındaki başlığı çıkarır ve kurşundan parçalanmış kanlı başını açığa çıkarır, masa başındaki Ariel’e bakar ve şunları söyler.

KATURİAN: Ölmeden önce kendisine verilen yedi bucuk saniye içinde, Katurian Katurian kardeşine dua niyetine son bir öykü çıkarmaya çalıştı. Çıkardığı ise, bir öyküden çok, bir öyküye dip nottu ve bu dipnot ise…

Az ışık altında Michal kapı ağzına yaslanmış halde görünür.

Annesi ile babasının ona yedi yıl boyunca işkence yapmaya başlamadan az önce Michal Katurian adında sağlıklı, mutlu bir çocuğun ziyaretine pufuduk yastıklardan yapılma ve kocaman gülücüklü ağızlı bir adam çıkagelmiş ve adam Michal ile oturup sohbet etmiş bir süre ve ona ne kötü bir hayat yaşayacağını ve bu hayatın nasıl biteceğini söylemiş ve kardeşinin onu soğuk bir hapishanede boğacağını anlatmış ve hayatına şimdi son versen de bütün o dehşeti yaşamasan daha iyi olmaz mı diye sormuş ona. Ve Michal de demiş ki…

MİCHAL: Ama hayatıma şimdi son verirsem, kardeşim bana işkence yapıldığını asla duyamaz, di mi?

KATURİAN: ‘Hayır’ dedi Yastıkadam.

MİCHAL: Ama eğer kardeşim bana işkence yapıldığını duymazsa, yazacağı öykülerin hiçbirini yazamayabilir, di mi?

KATURİAN: ‘Bu doğru’ dedi Yastıkadam. Michal de bu konuda bir süre düşünde ve dedi ki…

MİCHAL: O zaman, sanırım işleri böyle olduğu gibi bıraksak daha iyi olur, bana işkence edilsin, kardeşim de duysun ve olan olsun işte, çünkü ya ben onun öykülerini sahiden çok seviyorum. Ben galiba onun öykülerini sahiden çok sevicem.

Işıklar Michal’in üstünde söner.

KATURİAN: Öykü, malum olduğu üzere, acıklı bitecekti, Michal bütün o işkencelerden geçecek, Katurian bütün o öyküleri yazacak ve sonunda öykülerini bir polis yakacak. Öykü böyle bitecekti, fakat tabii ki bir kurşun vaktinden iki saniye önce onun beynini dağıtıvermişti. Belki de öykünün böyle bitmeyişi çok iyi oldu, çünkü bu durumda tastamam olmazdı. Çünkü, polis buldoğu son anda sadece kendi bildiği sebeplerden, öyküleri alevlere atmak yerine, Katurian’ın dosyasına koydu ve elli yıl hiç açılmadan öyle kalsın diye de dosyayı mühürledi.

Ariel öyküleri dosya kutusuna koyar.

Bu, yazarın malum ve pek talep gören o acıklı ve kötü sonuna gölge düşüren bir olgu olurdu, fakat her nasılsa…bir şekilde…işin özüne daha uygundu.

Sahne yavaş yavaş kararırken Ariel, tenekenin içindeki ateşi üstüne su serperek söndürür.