SYLVIA PLATH’s first poem
Circus In Three Rings
In the circus tent of a hurricane
designed by a drunken god
my extravagant heart blows up again
in a rampage of champagne-colored rain
and the fragments whir like a weather vane
while the angels all applaud.
Daring as death and debonair
I invade my lion’s den;
a rose of jeopardy flames in my hair
yet I flourish my whip with a fatal flair
defending my perilous wounds with a chair
while the gnawings of love begin.
Mocking as Mephistopheles,
eclipsed by magician’s disguise,
my demon of doom tilts on a trapeze,
winged rabbits revolving about his knees,
only to vanish with devilish ease
in a smoke that sears my eyes.
ÜÇ HALKALI SİRK
Ayyaş bir tanrının tasarladığı
bir sirkin kasırga çadırındaki
müsrif kalbim yine infilak ediyor,
şampanya renkli bir yağmur baskınında
parçaları da fırıl fırıl rüzgâr gülü gibi
meleklere de alkışlamak düşüyor.
Ölüm kadar gözüpek ve güleryüzlüyüm,
aslanımın inini* istila ediyorum,
tehlike alevlerinden bir gül saçlarımda;
lâkin ölümcül bir yetenekle savuruyorum kırbacımı
aşkın kemirişleri başlarken
bir koltukla savunuyorum korkunç yaralarımı.
Mefisto kadar müstehzî,
hokkabazın tebdili ile tutulmuş güneşi,
benim kıyamet iblisim yan yatmış bir trapezde,
kanatlı tavşanlar dönüp duruyor dizlerinin etrafında,
birazdan gözden kaybolacaklar şeytanî bir sühuletle
gözlerimi dağlayan bir duman içinde.
Translated by YUSUF ERADAM (24.10.2014, Cihangir)
*Lion’s Den: Aslan inindeki Daniel / Danyal.: İsrailloğullarını Babil zulmünden kurtaracak peygamber; aslan ininde büyümüş ve Tarsus’ta gömülüymüş.
1919 yılında yapılmış bir ABD filmi. Yön: George D. Baker,
God’s Lion: Ariel, Eski Ahit’te Kudüs (Jerusalem)
Marc Beaudin (ABD Saginaw Aktivist Çevreci şair)
Korkuluk Dede
Omuzundaki dolunayı attığı gibi
Dolaşmaya çıkar tarlada
John Deere traktörü sanki
Kupkuru dudaklarından bayat tütün ayıklar
Kolları da ayak uydurur
Kocaman yaprakların hışırtısına
Kargalar bir savaş çığlığı atar gibi çağırırlar adını
“Hoka-Hey Korkuluk! Bugün ölmek için güzel bir gün.”
Ama şu kurumuş sapları gibi mısırın
Onun boz kemikleri de dayanır
En azından bir kış daha
Korkuluk Dede asfalt yılanına dokunur ayak parmağıyla
Altın dişini ovuşturur şans getirsin diye
Ve tılsımlı başparmağıyla da bir yol büyüsü tutturur
Sararmış elleri dizlerinde geriye yaslanır
Ve arabaya nemli saman kokusu dolar
“Yolculuk ne tarafa, Dede?” diye sorarım.
“Eve,” der.
“Hep eve.”
Eylül 1994
(Translation into Turkish: Nov 10, 1999: Saginaw Michigan)
ÜÇ SES / Tamuro Ryuichi – Türkçesi: Yusuf Eradam
Uzaktan geldi ses
Ses çok uzaktan geldi
Daha sessizdi tüm fısıltılardan
Daha tizdi tüm çığlıklardan Daha derindi tarihin derinliklerinden
Emden Denizi’nin 10.830 metresinden daha derindi
Sözcüklerdeki deniz
Aşıyordu yalnızca ozanların bulduğu yitik denizi
Yarıyordu dünyanın en soğuk atmosferini
Dünyanın en güzel filosunu denizin dibine batırıyordu
Krallarımızı ve tutku kentlerimizi denetleyen güç
Ölü denizlerimizi ve bitkinliğimizi yeniden yaratan güç Uzaktan geldi ses
Ses çok uzaktan geldi
Ah çünkü Çünkü biz suç işlemeyiz
Biz terör istatistikleriyiz, terör istatistikleri
Biz arzunun bildirişiyiz, arzunun bildirisi
Suç işlemeyiz biz
Ah çünkü
Biz tek bireyler değiliz Biz sürüyüz, topluluğuz
Kişileştirilmiş topluluğuz biz
Gözyaşlarında geldi ses
Ses tek bir gözyaşı damlasında geldi
Daha zayıftı zayıf olan her şeyden
Daha acınasıydı acınabilir her şeyden
Daha yoğundu beyaz sıcağında yüreğin
İki bin yıl önce yalnız ölen birinin acılarından daha yoğun
Sözcüklerdeki sevgi
Aşıyordu yalnızca ozanların bulduğu yitik sevgiyi
Parıldıyordu dünyanın en yakıcı ışık gösterisinde
Dünyanın o en çok kavrulmuş boğazından aşağı dalıyordu
Enerjilerimizi ve derilerimizi mahveden güç
İnançlarımızı ve öpücüklerimizi yok eden güç
Gözyaşlarında geldi ses Ses tek bir gözyaşı damlasında geldi.
Ah çünkü
Çünkü sevgiyle yok edemeyiz
Biz tutkunun gizli planlarıyız, tutkunun gizli planları
Biz bunalımın bilgisiyiz, bunalımın bilgisi
Sevgiyle yok edemeyiz biz
Ah çünkü
Biz tek bireyler değiliz
Bir sürüyüz, topluluğuz
Kişileştirilmiş topluluğuz biz
Aştı Zamanı ses
Ses aştı bir tek anı
Daha acılıydı getirdiği gelecek tüm geçmişlerden
Daha parlaktı getirdiği geçmiş tüm geleceklerden
Daha keskindi tanrının acımasından
Tokyo Merkez Standart Zamanına göre akşam sekizde
Şubat meridyeninden geçen arabanın ışığından daha keskindi
Sözcüklerdeki zaman
Aşıyordu yalnızca ozanların bulduğu yitik zamanı
Öpüyordu dünyanın en soluk yanaklarını
Akşam güneşini dünyanın en çürümüş ufkunda batırıyordu
Kalıntılarımızı ve yapayalnız tren istasyonlarımızı çalan güç
Bilimimize ve kanımıza yalancı tanık olan güç
Aştı Zamanı ses
Ses aştı bir tek anı
Ah çünkü
Çünkü ölçmeyiz biz
Biz ölümsüzlüğün ilanıyız, ölümsüzlüğün ilanı
Biz boşa harcama siyasetiyiz, boşa harcama siyaseti
Ölemeyiz biz
Duyuyorum sesi
Ve en sonunda gebe bırakacağım annemi
Duyuyoruz sesi ve cesetlerimiz atılacaklar akbabaların üzerine
Sesi duyuyorum
Carol Ann Duffy
Sevgili (1)
Kırmızı bir gül ya da saten bir kalp değil.
Sana bir soğan veriyorum.
Kahverengi kağıda sarılı bir
ay.
Işık vaad ediyor
aşkın temkinli temkinli elbiselerini çıkarması gibi.
Buyur.
Gözyaşına boğup kör edecek seni
bir aşık gibi.
Aynadaki suretini de
allak bullak bir keder fotoğrafına dönüştürecek.
Bende yalan yok.
Şu üç buutlu şirin busekartlara benzemez.
Sana bir soğan veriyorum.
Ateşli öpücüğü dudaklarında kalacak,
bizim gibi o da,
sahiplenen ve sadık
öyle olabildiğimiz sürece öyle.
Al, al çekinme.
Platinden halkaları büzülüp bir
alyans olur
istersen.
Ölümcül.
Kokusu çıkmaz parmaklarından,
çıkmaz bıçağından.
Jackie Kay (2)
İçersi
Güneşin battığı ve üzgün
hüzünlü ve ince,
narin ışığın
masadaki tek başına elmayı ışıttığı,
yüreğin kalın yünlülere sarındığı
ve ben olan genç kadının içindeki
yaşlı kadının sırasını beklediği odada
hüzün yufka gibidir, usludur ve usul.
Koca
Senin kocanın gözleri belermiş onun dışında,
bunlar kendini hiç mi hiç tanımamış ve şaşkın
bir adamın gözleri, şaşkın —
saçları cezir gibi çekiliyor da ondan.
Sadece yakaladığı balıklar bilir onu, bilirler ve ölürler.
(1)“Valentine”: Yurdumuza birkaç yıl önce bir şiir çevirisi etkinliği için gelen Duffy’nin Meantime adlı kitabından.
(2) “Interior”, “Husband”: Kay de günümüz şair ve yazarları arasında en önemsenen isimler arasında ve Carol Ann Duffy’nin partneri. İskoçya’da birlikte yaşıyorlar ve bir de evlatlıkları var. Zenci, lezbiyen ve İskoç olmasını komikleştirerek anlatan sanatçının bu iki şiiri 1998’de yayımlanan Off Colour adlı kitabından.
e.e.cummings
bahar (hiçbiryer’den
çıkıp gelen) insanların
baktığı bir camekânı
yerleştiren (insanlar hayretler
içinde bakarken yerleştiren ve
değiştiren, şuraya yabancı bişi
ve buraya tanıdık bişi koyan)
ve her şeyi özenle değiştiren
bi-belki-el gibidir
bahar camekânın içinde (Yeni
ve Eski şeyleri özenle
ileri geri taşıyan, insanlar
hayretler içinde bakarken,
bi-belki-yüzdesini
çiçeğin buraya taşıyan,
şuraya da bir santim
hava koyan) ve
hiçbişeyi kırmayan
bi-belki-el gibidir.
Türkçesi: Yusuf Eradam
WALAM OLUM KIZILDERİLİLERİN DESTANI
l.
Önce o yerde, tüm zamanlarda yeryüzünün üstünde,
Yeryüzünde alabildiğine yayılmış bir sis vardı ve yüce Manitu buradaydı.
Önce her yerde, daima uzamda yitik o yüce Manitu vardı.
Alabildiğine kocaman karayı ve göğü yaptı.
Güneşi, ayı, yıldızları yaptı.
Hepsini dengeli, uyumlu hareket edecek şekilde yaptı.
Sonra rüzgar şiddetle esti ve dindi, sonra çok uzaklardan güldür güldür sular aktı.
Sonra da ada grupları ortaya çıktı ve kaldı.
Tüm yaratıkların, ölülerin ve ruhların ve her şeyin ve
Manituların manitusu yüce Manitu yeniden konuştu
Ve ondan sonra da hep insanların ve atalarının Manitusu oldu.
İlk anayı yaratıkların anasını verdi.
Balıkları verdi, kaplumbağaları verdi, hayvanları verdi, kuşları verdi.
Ama kötü bir Manitu da kötü yaratıkları yaptı, canavarları.
Sinekleri yaptı, sivrisinekleri yaptı.
O zamanlarda bütün yaratıklar dosttu.
Gerçekten de manitular, ilk erkekler ve ilk analar için
Çok iş yaptılar ve onlara iyi davrandılar, onlara eş buldular,
İlk arzuladıklarında yiyecek buldular.
Hepsinin bilgisi cıvıl cıvıldı, zamanları yoktu, düşünceleri aydınlıktı.
Ama kötü bir yaratık, güçlü bir büyücü, gizlice dünyaya geldi.
Ve beraberinde kötü, kavga, mutsuzluk getirdi.
Kötü hava getirdi, hastalık getirdi, ölüm getirdi.
Büyük dalgaların ötesinde , her şeyin başında dünyada ne varsa yerini unlara bıraktı.
PERU
JAVIER HERAUD
SONBAHAR VE DENİZ
Sonbahar gelince
Denize iner altın istridyeler ararım,
Yapraklar gibi serilmiş hepsi,
Okyanus atar onları dışarı
kumlar üstünde biriktirir ,
ve dalgalar arasında
ve deniz kabarınca ve usul usul çekilince ,
balıkların (okyanusun dibinde ulaşan
güz rüzgarlarının sesi yüzünden dökülen) beyaz pulları
belirir, elle bile toplanabilirler.
Beyaz istridyeler ,
Çocukluğum daha minicikken ve tatlıyken dinlediğim
Okyanusun sesini hala duyabiliyorum.
Uyuyan her istridyenin derinlerinde
Hala duyabiliyorum
Denizin kükreyişini!
Yapraklar gibi yayılmış hepsi
Okyanusun dibinde.
Okyanus hareket ettiriyor onları, yeniliyor,
Çarpıyor bir yerlere, kırıyor
Sonra da sonbaharın çıplak elleri onları alıyor denizden
Topluyor hepsini birarada ve kükreyip atıveriyor.
Naomi Lindstorm’un İngilizce’ye çevrisinden Türkçeleştiren Yusuf Eradam
BİRLEŞİK KRALLIK (İngiltere)
JON SILKIN
HAYVANLARA GÖZ KULAK OLMAK
Sorarım bazen kendime gözleri acılı
Bu küçük hayvanlara neden bakmak zorundayız diye biz.
Gökyüzüne sorarım, sorarım berrak mavi suya
Ama bir şey diyemez. Yanıt veremez.
Hiçbir yanıt da üstelik rahatlatmaz kafamda
Bulutlar gibi sızlanan dizi dizi gri yamalı gölgeleri ,
Kulakları kesik köpekler, hırıltıyla soluyan kağnı atları
Gölgesiz ve düşüncesiz bir sinek.
Bizim dünyamızı tehdit eden bu şeylerle mi
Odun taşıyan bir adamın ardındaki bu bir alay hayvanla mı
İlgilenmemiz gerekiyor? Bu kutsal toprak, bu bereketli
Yeşil ada bundan daha şefkatli olabilir.
Ama hayvanlar, bizim hayaletlerimiz ilgi ister.
Dayak yemiş kediyi ve kör baykuşu içeri alın;
İnsan tuzağına düşmüş sincabı omuzlarınıza alın.
Bu gereksiz canavarlara özen gösterin.
Giderek çoğalan insaf ve ılımlı sevgiden doğar
İnsan denen hayvana büyük sevgi.
Ve sevginiz büyür. Büyük sevginiz büyür de büyür.
LATVIA
AMANDA AIZPURIETE
Ne isterseniz yapı yüzüme .
Harabe bulursanız
Ya da yalanlar — hakaret etmeyin yeter.
İstediğiniz yere gidin—
Yaşlılığıma ya da geçliğime.
Hayır, hayır, bakamam, acelem var—
Bir sonraki treni yakalamalıyım.
Belleğinizi çalıştırın da boyayın ellerimi
Ya da biraz miskinlik , bir öpücük ya da hiçbir şey.
Ve arka planda da — ne olur , yalvarıyorum size—
Sakin bir yaşam olsun çizdiğiniz.
VIETNAM
LAN NGUYEN
YAŞAM ÖYKÜM
Ne anlatayım size bu da benim yaşamım diye?
Değişikliklerden bir yaşam
Yitirilenlerden bir yaşam
Anımsayış
On sekiz yıl önce
Küçük bir kız çocuğu doğmuş
Sarmış çevresini aile sevgisi
Öyle sıcak öyle narin
Sarmış çevresini dağlar nehirler
Öyle özgür öyle güzel
Ama kolay değilmiş yaşam
Sevgili baba göçmüş gitmiş
Kocaman bir yara izi bırakmış küçük kızın kafacığında
İçinde bir şeyler eksik büyümüş
Doğan insanlar görmüş ölen insanlar
Savaştan doğan
Silahlardan bombalardan ölen
Bazen ah keşke bir şeyler
Yapabilsem kendim için
Ya da halkım için dermiş
Ama ne yapabilirmiş ki?
Seyretmekten başka hiçbir şey
Çünkü çok küçükmüş daha
Koca çölde minnacık bir kum tanesiymiş.
Gücü yokmuş
Hiçbir şeymiş.
O sadece kendisi
Sıradan biri
Bir düşü var onun da
Öyle uzak, öyle uzak ,öyle uzak ki
Yapabileceği bir şey var yine de
O da ümit etmeyi sürdürmek,
Bir gün düşü gerçek olsun diye
Tanrı ona sonsuza değin kötü davranacak değil ya.
UGANDA
OKOT p’BITEK
LAWINO’NUN TÜRKÜSÜ (9. Bölümden)
Kambur nerden bulmuş
Bu kadar çamuru?
Hangi kapta karıştırmış?
Gökyüzünü biçimlendirdiği
Ve dünyayı yarattığı çamuru
Hangi nehrin ağzından almış?
Anam nehirden getirdiği çamuru
Bütün gece kurumaya bırakır,
Bir tokaçla iyice döver
Ertesi gün.
Ve sonra biçimlendirir
Çanak çömleklerini,
Ateşte çatlamaz hiçbiri
Peki gökyüzü yokken
Ve yeryüzü henüz yoğrulmamışken,
Ne yıldızlar
Ne de ay varken,
Hiçbir şey yokken,
Nerede yaşıyormuş kambur?
Kambur çamurunu nereden kazıp çıkarmış?
Göğü yoğurduğu çamuru
Ve ayı
Ve yıldızları yoğurduğu çamuru?
Hangi nehrin ağzından çıkarmış?
KONGO
TCHICAYA U TAMSI
MUSKAYA DANS
Buraya gelin buraya
Çimenimiz bereketlidir bizim
Gelin sizi gidi dalkavuklar sizi
Hastalıklı ellerin hareketleri ve dikenleri
Kıvrılır da ana karnından koparır
Birisi –kim?- siz şekillendirirsiniz benim yazgımı
Gelin, sizi gidi dalkavuklar sizi
Buraya gelin sabahların
kanlı uysal maskeleri buraya gelin
gökkuşağı renkli düş , boynumuzdaki ilmek
buraya gelin buraya
çimenimiz bereketlidir bizim
ilk gelişim benim
bir çakmaktaşının ateşli patlamasıydı
sükunet, huzur
çakacağım sana diye söz vermişti anam
MOZAMBİK
JOSE CRAVEIRINHA
ERKEK ADAM AĞLAMAZ
Erkek adam ağlamaz derlerdi
De ben de inanırdım.
Bir de erkek olduğumu sanırdım.
Gençliğimde
Filmlerde izlediğim çelik kahramanı taklit ederek
Çocukluğun o küstah oyunlarını oynadığımızda
Korkak olmaya cesaret edemezdim.
Ama şimdi tir tir titriyorum
Ve ağlıyorum.
Tıpkı bir erkek adamın titrediği gibi
Erkek adam nasıl ağlarsa öyle işte
NORVEÇ
ROLF JACOBSEN
ATLARIN BELLEĞİ
Yaşlıların ellerindeki çizgiler
Usulca eğilir ve toprağı gösterirler
Gizli dillerini beraberlerinde götürürler toprağa,
Bulutlardan gelen sözcüklerden ve rüzgarlardan gelen harfleri ,
Yüreğin yoksul yıllarda topladığı bütün işaretleri .
Ağarır acı ve yıldızlara döner başı
Ama atların belleği , kadınların ayakları, çocuklar
Akar yüzlerinden çimenin krallığına.
Koca koca ağaçların üstüne
Hayvanların böğründeki huzuru çizebiliriz,
Rüzgar ise, eğer mutluysanız, çimenlere çizer
Koşan çocukların ve atların resmini.
MEKSİKA
ALBERTO BLANCO
PAPAĞANLAR
Bütün gün konuşur dururlar
Akşam hava kararmaya başladı mı da
Kendi gölgeleri
Ve sessizlikle sohbet için
Seslerini alçaltırlar.
Herkes gibidir.
Bu papağanlar:
Bütün gün çene çalarlar
Geceleyin de kötü kötü rüya görürler
Altın halkaları
Zeka fışkıran yüzlerinde pırıl pırıl tüyler
Ve konuşmaktan bitkin düşmüş
Bir yürek.
Herkes gibidir
Bu papağanlar:
En iyi konuşanları
Ayrı ayrı kafeslerdedir.
ERMENİSTAN
GEVORG EMİN
SORU İŞARETİ
Zavallı şey. Zavallı sakat
İmleme işareti. Kim düşünebilir
Kimin aklına gelir eskiden
Bir ünlem işareti olduğun?
Nedir seni böyle iki büklüm yapan güç?
Yaş mı, zaman mı, bu yüzyılın
Kötülükleri mi?
Bir zamanlar haykırış ve vurgu
Da çağrıştırmaz mıydı?
Ama bütün bunlar seni yormuştur,
Kemale ermiş de ondan böyle eğilmişsindir.
FİLİSTİN
MAHMUT DERVİŞ
MAPUSHANE HÜCRESİ
Mümkündür…
En azından bazen mümkündür…
Özellikle şimdi mümkündür
Mapushane hücrende
Atlayıp atına
Kaçmak uzaklara…
Mapushane duvarları yok olabilir
Mümkündür,
Hücre de sınırları olmayan
Uzak bir ülke olabilir:
Duvarlara ne yaptın?
Kayalara geri verdim.
Ya tavana ne yaptın?
Semere dönüştürdüm.
Ya zincirlerin?
Kalem yaptım onlardan da
Gardiyan kızdı.
Sohbete son verdi.
Şiir de neymiş dedi,
Sonra da hücremin kapısını sürgüleyiverdi.
Sabahleyin
Gene çıktı geldi
Seslendi:
Bu sular da nereden geldi?
Nil’den getirdim.
Ya ağaçlar?
Şam’ın bahçelerinden
Ya müzik?
Kalp atışlarımdan.
Gardiyan öfkeden deliye döndü;
Sohbete son verdi
Şiirlerini sevmedim dedi
Sonra da hücremin kapısını sürgüleyiverdi.
Ama akşam gene geldi.
Bu ay nereden geldi?
Bağdat’ın gecelerinden.
Ya bu şarap?
Cezayir’in bağlarından.
Ya bu özgürlük?
Dün gece beni bağladığın zincirlerden.
Gardiyan öyle üzüldü, öyle üzüldü ki…
Geri ver bana diye yalvardı
Geri ver ne olur
Özgürlüğümü.
FİLİPİNLER
RAMON C. SUNICO
TENEKE KUŞ
İnanılmaz bir kuş var;
Gagası eski bir şemsiye
Gövdesi boş teneke kutu
Hani içinde mısır olur sardalya olur.
Şimdi kırılmış ve unutulmuş
Oyuncak bir bebeğin gözleriyle bakar.
Yuvası pis kokulu ve çürümüş bir çöplüktür.
Ay bir beşik gibi yükselince gökyüzünde,
Kuş havalanır ve başlar türkü çığırmaya;
Uyku zamanı, küçük uykucular,
Bir cimcik yiyecek bulamayanlar.
Ben sizin düşlerinizdeki meleğim
İç geçirmelerinizdeki kuş cıvıltısıyım ben.
Çirkinim
Paslanmışım ve yırtılmış
Ama tatlı mı tatlıdır türküm,
Ondan da tatlıdır dostluğum.
Uyku zamanı, uyku zamanı, ah sevgili çocuklar.
Bebekleri gözetirim ben, yastık nedir bilmeyen ,
O minik kafalı bebekleri , hani akşam yemek nedir bilmeyen.
YENİ ZELANDA
RUTH DALLAS
DENİZİN ÜSTÜNDEKİ BULUTLAR
Uzun uzun kemikli insanların arasında dolaşıyorum,
Deriden kunduralı, pembe suratlı;
Dilenci kesesi tutan yok hiç aralarında ;
Hepsinin bir yeri var gidecek.
Benim ülkemde
Her çocuğa öğretilir okuma yazması,
Her çocuğun vardır kundurası, kışlık paltosu,
Akşamleyin her çocuk yemelidir akşam yemeğini
Hiç kimse zayıf düşmemelidir;
Hiç hoş değildir ve hayret vericidir
Bite pireye rastlamak.
Ah, zenginler gibi yaşarız biz
Bir dokunuşta düğmeye her yanda müzik
Gecenin orta yerinde ışık
Kaynağından fışkırıyormuşçasına her zaman su
İstersen sıcak, istersen soğuk rahat etsin diye etimiz,
Her şey var benim ülkemde
Yeter ki rahat et. Dünyanın ülserinin
Ucundaki yeni deri parçası ülkem benim.
Hasat zamanı tarlada çalışanları
Ve kulağı toprakta onların peşi sıra başak toplayan kadını
Görünce canınızı yakan şu sorunun yanıtı henüz yok:
Benim buğdayım niye var da şu kadının yok?
İSVEÇ
TOMMY OLOFSSON
KUMA DÖNMEK İSTER ESKİ DAĞLAR
Köklerim kendi içimde benim
Kırmızı ipliklerden bir hevenk
Taşların da kökleri içlerindedir.
En alasından küçük eğrelti otu gibi.
Deliksiz uyur taşlar
Yumuşaklıklarına sarınıp.
Yüzyıllardır dinlenmektedirler
Güneşin altında.
Eski dağlar
Kuma dönmek isterler.
Eriyip gitmek için bırakıverirler kendilerini suya
Yüzyıllar sürmüş susuzlukları dile kolay?
Dil gibi-
Bizim dillerimizle ufalanmış
Şu yüce dağ.
Dili kuma döndürürüz biz,
Daldırıp dilimizi
Dağları yerinden oynatan
O akarsuya.
İSKOÇYA
HUGH FRATER ve DUNCAN MACRAE
MİNİMİNNACIK SERÇE
Bir ağacın tepesinde oturuyormuş miniminnacık bir serçe
Bir ağacın tepesinde oturuyormuş miniminnacık bir serçe
Bir ağacın tepesinde oturuyormuş miniminnacık bir serçe
Cik cik de cik cik ötüyormuş pür neşe.
Bir ufaklık çıkagelmiş bir yay bir de ok elinde
Bir ufaklık çıkagelmiş bir yay bir de ok elinde
Bir ufaklık çıkagelmiş bir yay bir de ok elinde
Demiş ki: Benden kaçamazsın miniminnacık serçe.
Çocuk yayını germiş fırlatmış oku serçeye
Çocuk yayını germiş fırlatmış oku serçeye
Çocuk yayını germiş fırlatmış oku serçeye
Ok gitmiş çarpmış el arabasını hızla süren bir herife.
El arabalı çıkmış gelmiş ok da elinde
El arabalı çıkmış gelmiş ok da elinde
El arabalı çıkmış gelmiş ok da elinde
Demiş ki: “yoksa sen beni benzettin bir serçeye?”
Adam bir vurmuş çocuğa üstelik değilmiş babası
Adam bir vurmuş çocuğa üstelik değilmiş babası
Adam bir vurmuş çocuğa üstelik değilmiş babası
Çocuk öylece duruyormuş suratı bir karış, öyle yanmış ki canı.
Ama bu sırada o miniminnacık serçe
Ama bu sırada o miniminnacık serçe
Ama bu sırada o miniminnacık serçe
El arabasının üstünde cik cik de cik cik pür neşe.
LESLIE NORRIS GALLER
MADEN MİDİLLİLERİ
Atların hayaletleri gibi geldiler, utanç,
Onları ürküten
Bu yaz ovasına , bu taze yeşilliklere.
O kör madende çok fazla kalmışlardı,
Taşlardan ve iyi kalite kömürün kalın tozlarından
Başka bir şey üstüne basmamıştır toynakları,
Bu yüzden çimen nedir anlayamazlardı
İki yıl boyunca bir elektrik ampulu
Olmuştu onların güneşi
Hiç batmamıştı onlar hep yürümüştü
Durmadan, hep aynı yolda ve yönde,
Kömür çekip durmuşlardı durmadan.
Bütün kaslarını bir koşumda toplamışlardı
Çekmişler, taşıtmışlar ağır yükleri
Ama şimdi yer altından çıkıp geldi midilliler
Ve güneş altındalar artık ve gerçek hava soluyorlar,
Bu onlara çok garip geliyor. Alçak gönüllü ve
Kanaatkar, başları önde hep.
Çok uzaklarda değil hiç gözleri. Ama içlerinden biri
Sakar sakar da olsa koşmak istiyor dolu dizgin. Gençken
Yapabildiği bir şey bu,
Çok zaman önce küçük bir tayken
O uzun bacaklarıyla son sürat koşabilirken,
Bunu işte anımsayabiliyor gibi şimdi. Bakın bakın,
Biri de sırtı üstünde debeleniyor çimler üzerinde sevinçle!
Ve hepsi de, ürkek ve şaşkın, sakar yaşlılar gibi
Koşmaya başlıyorlar, ve ova inliyor
Onların mutlu gümbürtülerinden. Tos vuruyorlar ,
Yeleleri uçuyor, özgürce tırıstalar.
Yer üstüne çıktı midilliler , dolu dizgin koşuyorlar.
ANTONIO JACINTO ANGOLA
TAMTAMIN RİTMİ
Tamtamın ritmi kanımda atmıyor
Tenimde de değil
Tenimde de değil
Tamtamın ritmi yüreğimde atıyor
Yüreğimde
Yüreğimde
Tamtamın ritmi kanımda atmıyor
Tenimde de değil
Tenimde de değil
Tamtamın ritmi özellikle nerede atıyor
Nasıl düşündüğümde
Nasıl düşündüğümde
Afrika’yı düşünüyorum, Afrika’yı hissediyorum
Afrika’yı istiyorum , herkese duyurulur
Afrika’dan nefret ediyorum
Afrika’yı seviyorum.
Ve ben Afrika’yım.
Tamtamın ritmi özellikle nerede atıyor
Nasıl düşündüğümde
Nasıl düşündüğümde
Afrika’yı düşünüyorum, Afrika’yı hissediyorum
Afrika’yı istiyorum, herkese duyurulur.
Sonra sessizleşiveriyorum
Sen de, senin için, Afrika
Sen de, senin için, Afrika.
A free ka
A free ka
A free ka
ZİYA HAYDAR BANGLADEŞ
BU GÖKYÜZÜ ALTINDA
Hepimizin aynı gökyüzü altında yaşadığını bilmek
Öyle rahatlatıyor ki içimi
İster New York’da isterse Dakka’da
Aynı güneşi görüyoruz , aynı ayı
New York’da gece oldu mu
Dakka’da güneş doğar
Ama farketmez o kadar.
Burada baharda açan çiçekler
Uzak Bengal çayırlarında bilinmezler
Bu da farketmez
Burada hava hiç yağışlı değildir.
Bengalli köylü yeni hasatı
Ev yapımı tatlılarla buyur eder
Ama burada, kışın dağlar kardan geçilmez
Burada kimse bilmez büyükannenin elde diktiği yorganı
Bu bile farketmez
Hepimizin aynı gökyüzü altında yaşadığını bilmek
Öyle rahatlatıyor ki içimi
Hutson nehri donar,
Otomobiller kımıldayamaz.
Belediye işçileri karı yavaş yavaş kaldırırlar.
Komşu yaşlı kadın işe gitmez
Hava çok soğuktur da ondan.
Belki çok uzaklardaki annem de
Geç girer kendi mutfağına.
Central Park’ı ve Ramna Parkı’ndaki çıplak ağaçlar
Yeni yaşam ve sevgi düşleriyle titreşir.
Ufukta sis asılı durur öylece
Ansızın New York, Broadway ve Times Meydanı
Dakka’yı Buriganga’yı ve Laksmi Pazar yerini anımsatır.
EWONDO-BETI KAMERUN
SERÇE
Çalıştık çabaladık bir yıl
Annem hastalandı
Yedik durduk bir yıl
Annem iyileşti!
Bu yıl annem hasta
Şu yıl annem iyi
Tohumları yesek mi , saklasak mı daha iyi
Tohumları yesek mi , saklasak mı daha iyi
TANIA DIAZ CASTRO KÜBA
DUVAR
“Bir duvar, anlamıyor musun?
Önünde yapayalnız durduğum bir duvar.”
Luis Cernuda
Yüksek duvar
Çok yüksek
İçinde düzenli karıncaların yaşadığı çatlakları var
Yalnız değil onlar
Duvar birkaç kilometre yüksekliğinde
Neredeyse kutup yıldızına değecek
Şu kıpır kıpır yıldıza
– – iyi bir yıldız altında doğmuşum, öyle diyorlar
Onun için benim yıldızım şimdi
Çarpıverdi bu çok yüksek duvara
MIROSLAV HOLUB ÇEKOSLOVAKYA
BİR ÇOCUĞUN KAFASI
İçinde bir uzay gemisi vardır
Bir de piyano derslerini asmak
İçin projeler
Ve Nuh’un gemisi
Vardır
İlk olacak
Bir de
Yepyeni bir kuş,
Yepyeni bir katır,
Yepyeni bir bal arısı.
Bir de nehir var
Yukarı doğru akan.
Çarpım tablosu var.
Karşı-madde var.
Bana göre hiç mi hiç budanamayana
Derim ancak ben kafa diye.
Öyle görünüyor ki ileride
Kafası olan
Az kişi olmayacak doğrusu
ALFONSO QUIJADA URIAS EL SALVADOR
ORADA BİR PORTAKAL AĞACI VAR UZAKTA
Orada bir portakal ağacı var uzakta, şu yaşlı
Terkedilmiş bahçe duvarının arkasında
Ama bizim ektiğimiz portakal ağacının aynısı değil
Bir güzel portakal ağacı
Öyle güzel ki bize
Bizim bu eve gelmeden önce
Diktiğimiz o ağacı anımsatıyor
Bundan çok uzaktaki
O evin bahçesine-kendi toprağımıza-
Diktiğimiz ağacı
Dikip de bu ağaç gibi çiçek olan o ağacı.
JAAN KAPLINSKI ESTONYA
Fiji Adalarından bir kartpostal aldım bir gün
Şeker kamışı hasatını gösteriyordu. O zaman anladım
Hiçbir şey kendi içinde garip, yabancı değildir.
Bizim Mutiku bahçemizde patates kazmamızla
Viti levu’s da şeker kamışı yapmak arasında
Hiçbir fark yok.
Var olan her şey çok sıradan
Ya da , daha doğrusu, ne sıradan ne de garip.
Uzak ülkeler ve yabancı insanlar bir düştür
Gözler açıkken görülen
Ve uyanılmayan bir düş
Şiir için de böyledir … uzaktan bakıldığında
Özel gizemli şenlikli
Hayır, şiir bile daha özeldir şeker kamışı
Ya da patates tarlalarından
Şiir testerenin altından dökülen talaş gibidir
Ya da rendenin traş ettiği yumuşak sarı şeyler gibi
Şiir akşamları elleri yıkamaktır
Ya da rahmetli teyzemin cebine koymayı hiç unutmadığı
Tertemiz bir mendil.
ŞAFAK FİNLANDİYA
Işığımı yaktım bütün Atlantik üstüne..
Bilinmeyen dünyalar, gece kaplı ülkeler
Bana doğru!
Ben soğuk şafağım.
Gri sisten peçeler giyinmiş,
Sabah tolgası ışıltılı
Acımasız tanrıçasıyım gündüzün ben.
Hızla, hızla yalar benim rüzgarım okyanusu.
Pırıl pırıl borum belimde asılı,
Ayrılık için çalmam o boruyu ben…
Oyalanıyor muyum hala?
Tanrının biri hala uyukluyor mu?
Kıpkırmızı uyanıyor sabah okyanustan.
MANJUSH DASGUPTA HİNDİSTAN
Okumicam, dedim
Kelebekler okumuyo
Nehirler okumuyo
Okyanus da
Yıldızlar bile okumuyo.
Ben okuyorum,
Dedi annem
Deden de okuyor
Baban da
Milyonlarca başka insan da
Sen niye farklı olasın ki?
Oyun oynicam, dedim
Kelebekle oynicam
Irmakta kağıttan kayıklar yüzdürücem
Yıldızlar da süsü püsü olacak
Şimdi annem yok artık
Babam da uzaklarda
Ben hastayım
Okuyorum, durmadan okuyorum
Irmaklarım oldı kitaplar.
LINUS SURYADI AG ENDONEZYA
ŞEBNEM
-Bratan Gölü, Bali
Sabah dünyasını süslüyor şebnem
Duyularımızı ürperten o şebnem
Duyu ve düşüncenin çiğ taneleri
Toprağın üstündeki şebnem örtüsü
Sessiz güneşin altında kaynar usul usul
Çiy taneleri düşen gözyaşları gibi süzülüyorlar
Çiy taneleri, uzaklardaki insanların çok yönlü planları
Ah, bu dünyanın sıcağı ve şebnemi
Nasıl da bedenin buğusu ve ter damlaları oluveriyor.
MAIRE MHAC AN TSAOI İRLANDA
İLK AYAKKABI
Ona ayakkabısını ilk kez bu sabah giydirdik,
Minicik, dikişleri sağlam, deriden küçük bir kuyu,
Bir ayakkabıcılık mucizesi, en iyi moda,
Daha önce hiçbir şeylerin içine sıkışmamış çiçek gibi bir ayağa
O minik bal gibi ayağa geçirilen ilk mi ilk pabuç
Küçük kuyum, evin kalbi , işte koşturmaya başladın bile,
Köşesini iyi vur yere, hah işte böyle,
Kıymetli başını da dik tut kararlı kararlı
Sen bir insan bebeğisin yürüyüşünle ve giyiminle
Bacağım kadar bile değilsin,
Ama pek yakında alıp başını gideceksin!
Önünde upuzun bir yol var,
Ve ayakkabının bağcıklarını bağlaman senin ilk bağlaman olacak.
YEHUDA AMICHAI İSRAİL
KUDÜS
Eski kent de, damın birinde
Çamaşırlar asılı durur akşam güneşinde:
Benim düşmanım olan bir kadının beyaz çarşafı,
Benim düşmanım olan bir adamın
Alnının terini silmek için kullandığı havlusu.
Eski kentin göğünde
Bir uçurtma.
İpin öteki ucunda,
Bir çocuk ama
Göremiyorum
Duvar yüzünden.
Bir sürü bayrak astık,
Bir sürü bayrak astılar.
Mutlu olduklarını sanalım diye.
Mutlu olduğumuzu sansınlar diye.
MUHAMMAD AL – GHUZZI TUNUS
KALEM
Ürkek parmakların arasına bir kalem al
Güven ve emin ol
Ki bütün dünya gök mavisi bir kelebektir.
Ve sözcükler de onu yakalayacak ağlar.
WIMAL DISSANAYAKE SRİ LANKA
ÖZGÜRLÜK
Sözcükler, boş kağıdın üstüne
Geliyorlar birer birer
Şeref misafirleri gibi.
Düzenli düşünceler kıpırdıyor
Ağır başlılıkla.
Penceremin dışında,
Pervazın üstünde,
Bir kuş mu ne o,
Tüylerinde de güneş – – –
Kahverengimsi, orta boyda bir kuş.
Elimle kışalayıp kaçırayım diyorum,
Ama daha da ısrarla duruyor orada öyle.
Gözlerinde şaşkın bir bakış var
Onun bu davetsiz gelişini görmezden gelip
Dizelerimi oluşturmaya gayret ediyorum,
Ama huzurum kaçtı
Kahverengimsi, orta boyda bir kuş
Beni izliyor da ondan
Üstelik tüylerinde de güneş – – –
CHANG SHIANG – HUA TAYVAN
SÖZCÜKSÜZ BİR YARIN VARDIR
O zaman bütün sohbetleri unutacağım
Fırtınadan sonra gökyüzünün durulup
Kendini sabahın yıkanmış grisine bırakmış gibi olacak
Uzak dağlar ince bir kara çizgi olacak da
Alıp götürecekler burada ki sisleri.
Ama bugün
Hala ziller için bir gün
Davulcular kutlamaya katılır
Bir gürültü, bir patırdı, durdurak bilmiyorlar,
Alacakaranlığa değin sürer bu
Öyle yorgun düşerim ki
Dilimin ağzımın içinde keyfini sürdüğü
Uykuya can atarım.