EYVAH
1.
Kasabanın en sevilen ayakkabıcısıydı babam. Yıllarca Niğde’nin Bor kazasında Hükümet Meydanı’ndaki dükkânında, Moda Kundura levhası altında, ayakkabı yapmış, tamir etmişti. Banka müdürünün karısı, o güzeller güzeli Hicran Hanım, babam Nurettin Usta’dan başkasının iskarpinlerini giyemezdi. Saygın bir zanaatkârdı babam memleketinde.
Ablam üniversite okuyacağım diye tutturunca, Ankara’ya taşındık. Babam da, bir süre, Demirlibahçe’deki dükkânında sürdürdü ayakkabıcılığını ama artık aranan bir usta olmadığından, sonunda ustabaşı olarak Dikimevi’nde asker postalları yapmaya başladı makine başında.
Yıllarca saya ustası olarak ömür tüketti. Bütün yaşamı işyeri, evi ve kahvehane arasında geçti gitti. Şimdi yetmiş beş yaşında. Bir sohbet sırasında, askerliğini İskenderun’da yaptığını, bir gün asker arkadaşlarıyla birlikte bir deniz sefası yapmak üzere ayağını kayığa attığı anda, kayığın yalpalaması üzerine, “Git anam, ben bu merete binmem, bunun altı cıvık,” diyerek denizi yaşamından sildiğini, deniz üstünde giden hiçbir araca binmediğini öğrendim, hayret ettim.
İstanbul’da bir ev almama çok sevinmişti babam. Denizi hiç yaşamamış olmasına çok üzüldüğümden, geçenlerde onu zorla da olsa İstanbul’a götürmeyi başardım.
Yalıköy’deki Dalyan Kafe’de yeni demlenmiş bir çay içtikten sonra babamı Boğaz7ın karşısına, Yeniköy’deki Emek Kafe’ye kahvaltıya götürmeye kararlıyım. Haberi yok.
Çaylarımızı bitirdikten sonra, on on beş dakikalık mesafede, güzel mi güzel yalılar arasında kahvaltı yapacağımızı söyledim ona. Kabul etti. Beykoz iskelesine gelene değin bana bir şey sormadı. İskelede, “Yeniköy, Yeniköy!” diye bağıran çığırtkanı duyup da dalgaların salladığı yolcu motoru içinde motorun dolup hareket etmesini bekleyen yolcuları görünce kuşkulandı:
“Nereye gidiyoruz?” diye sordu.
“Karşı yakaya babacığım, Yeniköy’e,” dedim.
“Nasıl gideceğiz?” dedi dehşet içinde.
“Şu yolcu motoruna bineceğiz babacığım, en kısa yol bu.”
Babam kolumu sımsıkı kavradı.
“Kayığa mı bineceğiz yani?” diye kükredi.
“Evet, öyle de denebilir,” diye geveledim sözcükleri ağzımda. Birdenbire gürledi: “Ölürüm de binmem!”
Bundan sonrası babamın inadıyla savaşmakla geçen yaşamımın en zor anlarıydı. Ona denizi tattırmaktı en büyük amacım. İnadını kırmak olanaksızdı. Çevredeki, motordaki herkes “Amca, korkacak bir şey yok, bak bizimki can değil mi?” gibisinden yüreklendirici sözlerle bana yardım ediyor, bu devirde denize bu denli yabancı birinin olabileceğine akıl erdirememekle birlikte, ona böyle bir coşkuyu yaşatmak isteyişime ortak olmak için de can atıyordu. Babama denizi tattırmak herkesin yaşamının en büyük utkusu olacakmış gibiydi. Arkasından ite kaka bindirdik motora sonunda.
Uzun süre ayakkabılara baktı. Denizin ortasında başını kaldırıp da Yalıköy’ün ve tüm Beykoz semtinin bir ada gibi uzaklaştığını gördü. Donakalmış gibiydi. Korkudan tir tir titrerken ağzından tek bir sözcük döküldü:
“Eyvah!”
“Neden baba?”
“Bunca zaman ben hiç yaşamamışım oğlum. Hayatı hep hayal içinde akıp gidişine bırakmışım.”
“Sevdin, değil mi?”
“Hem de nasıl!” Ah bir de, ayağında onun için yaptığım iskarpinlerle yanımda olacaktı ki!…”
Annemi kastediyor olmalıydı.
“Kim baba?”
“Bankacının karısı Hicran. Eyvah ki ne eyvah!”
2.
Dün gece telefon etti babam. Fırından ekmek almış, bir gazeteye sarmışlar ekmeği, öykülerimin yayınlandığı gazetenin eski bir sayısına. Rastlantı bu ya, “Eyvah” başlıklı öykümün olduğu sayı değil miymiş? Bakmış oğlunun adı, kendisinin de çırağıyla fotoğrafı var. Üşenmemiş, okumuş öyküyü.
-Gastelere hikayeler yazdığını bilmiyorudum. Niye söylemen? O foturafı nirde buldun? Yanımdaki ilk çırağımdı. Daha sona bütün ailesiyle billikte bi gazada öldü. Resmi görüvürüncü ağlıyasım geldi. Nirden buldun o eski foturafı?
-Buldum işte. Buldum ve sakladım.
-Şu senin eskiye merakın, de mi? Eskici seni. Pek güzel olmuş, eline sağlık. Hikayen de iyi hoş da, bir sürü yanış var. İstanbul’da ev almana sevindim sevinmesine de “geçenlerde onu zorla da olsa İstanbul’a götürmeyi başardım,” diyon. Sen beni ne zaman davet ettin ki İstanbul’daki evine?
-Babacığım, o bir öykü. Hayal ürünü. Gerçek yaşamdan yola çıkarak yazdım ama anlayacağın, bazı yerleri dışında uydurma. Öykü bu, gerçeğin tıpatıp aynısı olmak zorunda değil.
-Ben orasını bilmem. Öyküymüş möyküymüş. Gayığa binmekten gorktuğumu, “Git anam, ben bu merete binmem, bunun altı cıvık,” didiğimi nasıl da unutmamışsın. Ama onu didiğim yir, İsgenderun deldi. Ben asgelliğimi İsgenderun’da deel, Malatya’da yaptım. O lafı da Mersin Daşucu’na gittiğimizde arkadaşlarınan, o zaman didiydim.
-Dedim ya babacığım, sadece bir öykü bu. Gerçeğin aynısı değil. Öykü gereği uydurdum birçok şeyi.
-Ben bilmem öykü ney, gerçeğin aynısı ney. Ha, bi de, bankacının garısını sevgili duttuğumu söylüyon hikâyenin sonunda. Yannış.
-Baba, dedim ya, o öykü senin yaşamın üstüne kurulu fantezilerim. Öyküdeki insanlar gerçek bile olsa, gerçek isimlerini kullanamam ya. Ayrıca öykü anlatıcısının alması gereken bi ders vardı. Öyküyü anlatan da ben değilim. Anlatıcı, babasının hayattan hiç kam almadığını, yaşamaktan kendisi ne anlıyorsa babasının tatmadığını sanırken, babası gizli aşklar yaşarmış meğerse. Bunu anlaması gerekiyor anlatıcının. O aslında, bir şeyler bahşeder gibi tavırlar içindeyken, zavallı sandığı, hayattan hiç zevk almamış sandığı babası meğerse bankacının karısı Hicran ile fingirdermiş. Okuyucu böyle sürpriz sonları sever. Öykü anlatıcısının tuzu kuru yaşantısı içinde kendi doğrularını yaşarken, o doğruları başkalarına yaşatmak isterken afallamasını çok seviyorum. Hem öykülerde yaşam aynen aktarılmaz, aktarılamaz. Öyle olabilse ortaya çıkan öykü olmaz. Senin üstüne ben, kafamda bir gizli aşk öyküsü kurdum. Bor’daki o tekdüzeliğe bir Hicran hanım koyarak renklendirdim hayatını işte, fena mı etmişim yani?
-İyi itmişsin oğlum. Bişii didiğim yok. Ben sevdim hikâyeni. Yanış anama da, yanışlar var. Onu diyim Didim. Hem bi kere, bankacının garısının adı hicran mıydı da? Bi kere, anandan gizli görüştüğüm bi gadın olduğunu o çocuk gafanınan nasıl annadın bilmiyom amma o gadın bankacının garısı deel, Ziraat Müdürü’nün garısıydı. Adı da Hicran deldi…Alo, alo…alo oğlum…telefona bişi oldu…ses gitti…alooo!?!